31 Mart 2012 Cumartesi

Geçen yılların adaları

Anlar vardır, güncelliğimizin üzerinden silindir gibi geçer gider. 


Bizi kısa bir sürede olsa rehin alıp, zaman-mekan kavramının ötesindeki bir aynaya bakmaya zorlar. Bizler bu aynanın içinde birdenbire çocuksu ve dürüst özlemlerle dolu, hayata meydan okuyan genç bir insanı görürüz....



Ataol Behramoğlu`nun şiirlerinden yapılmış şarkıları bu dönemde nedense çok dinliyorum. İstanbul´a son geldiğimde almıştım.

Bu aşk burada biter,
Ben çekip giderim,
Yüreğimde bir çocuk,
Cebimde bir revolver.

Onun [Bir gün mutlaka] şiirini çok severdim. Yıllar sonra –en azından 35 yıl sonra- bu şiiri tekrar okuduğumda karşıma birden bire iki soru çıktı;


Birincisi, neden o zamanlar bu şiiri çok sevmiştim? Bence bu ilk sorunun cevabı oldukça basit, o zaman kendimi, özlemlerimi bu şiirde bulabilmiştim muhakkak.

İkinci soru ise –bence- patlayıcı madde gibi tehlikeli bir soru. Peki şimdi neden hala seviyorum bu şiiri?

Bu şiir belkide beni bu günlerden alıp, çoktan ortadan kaybolmuş, 70li yılların ilk yarısındaki İstanbula götürüyor.

Yeşilköyden geçen banliyö treni, ilk aşkım, hayata yönelik ilk sorularım, ilk isyanlarım ...

Hayır, ben öyle eski günler ne güzeldi masallarına inanan veya geçmişin özleminde yaşayan biri olduğumu zannetmiyorum. Ama bu soruya hangi cevabı verirsem vereyim hep bir tek sonuç çıkıyor önüme. Insan ister istemez belli bir yaştan sonra, ben kimim? Sorusunun cevabını aramaya başlıyor.

Bu arama ister istemez, bizleri geçmişe, daha doğrusu şekillenmemizin kronolojisini kavramaya yönlendiriyor.

Bence, işte bu duyguyu hissettiğimiz an, işte gençliğimizin bittiği o andır. Sanki hemen o anda uzun soluklu bir geriye sayım başlıyor. İşte bu sorunun tehlikeli yanı bu. Her ne denli geleceğe yönelik yaşasakta, bu arayıştan kurtulmak imkansız. Bunun karamsar bir duygu olduğunu söylemek istemiyorum, tam aksine akılcılığın ağır bastığı, sımsıcak melankolik bir duygu bu...

Peki, ruh halinin hiç olumsuz sayılacak bir yönü yok mu? Diye soracak olursanız, söyliyeyim.

Var, insanı telaşa düşürüyor.

Geçmekte olan zaman, özgeçmişimizi sanki yükselmekte olan bir su kitlesi gibi üstünü örttüğünü sezinliyorum. Kendi geçmişimdeki –benim için- ve zamanında yemyeşil vadileriyle, dağları, tepeleriyle var olan önemli anlar, şimdi sanki sadece tepelerinin görünebildiği küçük adalar zinciri gibi su düzeyinin üzerinde kalmışlar. Bu adaların da tamamen su altında kalmadan kendim için kavranılması gerektiğinin telaşı var hayatımda.

Güzel bir telaş aslında. Geleceğe, hayata güvenle, sevgiyle bakmaya zorlayan ve teşekkür borcumu vurgulayan bir telaş..

İşte bu anı adalarının zaman selinin altında kalıp, kaybolmalarını önleyemesem bile, hiç olmazsa o zamanların nasıl olduklarını anlatmak isterdim.

(Cem Üründül)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder