10 Eylül 2015 Perşembe

Halim Barış'tan Yeşilköy anıları

ÖNSÖZ
„Yesilköy anilari“ dogdugum 1953 ile evlilik nedeniyle Anadalu yakasina gectigim 1977 yillari arasini kapsar. Ilk 4 yil yaz-kis“, daha sonra 1971’e kadar yazlikci ve 1971-1977 arasinda da yine yaz-kis Yesilköylüydüm. 1971’e kadar Balikcilar mah. Rihtim sokakta, sondaki ahsap evdeydik. Daha sonra Reks sinemasinin yakinlarinda ve Ciroz taraflarinda (otobüsün son duragi) oturduk. Anilarimda eksiklik veya yanlislik varsa affedile…



Yesilköyde Balikcilik

Oturdugumuz mahalle itibari ile balikcilik, balikcilar muhakkak ki günlük yasamimizda önemliydi. 2 yasindayken cekilen bir fotografta her zaman birlikte calisan iki balikci ile görüntülenmisim. Bunlar Mahmut ve Arap Ali idi. Özellikle Arap Ali nin benimle oynadigini hatirlarim (nedense koyu renklilere Arap denirdi). Iskeleleri de Ancelo ile Balikcilar kahvehanesinin (sonra Hasan in yeri olan Balikci Lokantasi) arasinda bir yerdeydi.

1955 : Mahmut, Babam, ben, Arap Ali
emektar bir Seagull motor
Gelelim yillar sonra meshur olan Hasan’a: Hasan bir ara Italya ya gitmisti (tayfa olarak galiba) ve hanimi Italyan idi (annemle Italyanca sohbet ederlerdi). Hasan malum kahvehaneyi lokanta haline getirip „döner + pilav“ i herkese sevdirmisti; daha sonra büyütüp durdu. Sonunda da meshur „Balikci Hasan“ oldu. Ama en güzel zamanlari orasi tam bir balikci kahvehanesi iken idi. Her türlü insanin geldigi, sohbet ettigi, cay kahve ictigi bir yerdi. Babami cagirmak icin geldigimde bazen ben de takilir kalirdim. Sabahlari da balik (ve istakoz !) satislari olurdu. Babamin istakozlari cift olarak aldigini hatirliyorum „1 tane alsam ayip olur“ derdi. Bu istakozlar ithal degildi tabii ki, Yesilköylü istakozlardi bunlar.

Hasan’in biraderi Recep daha sakin, kendi halinde biriydi. Onu da hep lakerda satarkenki haliyle hatirlarim.

Hasanla Recebin babasi da balikciydi ama ben tanidigim zamanlar artik yaslanmisti, kahvehanede oturdugunu hatirliyorum; ismi de su anda aklima gelmemekte, ancak soyadlari cok degisik oldugundan unutulmuyor: „Diridiri“ (yani diri diri, canli balik satan balikci anlaminda olsa gerek)
O zamanlar lakerda belirli zamanlarda ortaya cikan, yazin sona ermekte oldugunu haberdar eden özel bir meze idi. Reks sinemasinin afisinin yaninda tezgahini kuran Recep enfes lakerdasini kuvvetli ampullerin aydinlattigi camekanin arkasina dizerdi. Lakerdaya eslik eden kirmizi soganlari da unutmamak lazim…
Uzun, ince, keskin bicagi ile becerikli bir sekilde istenen miktari yagli kagida yerlestirirdi. Gerci Yesilköyde baska lakerdacilar da vardi, ama nedense biz hep ondan almayi tercih ederdik. Isil isil lakerdaci tezgahi ve arkasindaki Reks sinemasinin afisi (hergün filim degistigi icin her gün yeni bir afise bakabilirdiniz) hep aklimda kalmistir.

Lakerdadan baska diger degisik bir „ürün“ de ciroz idi. Baliklar mesinaya (veya camasir ipine) dizi dizi asilir ve bu sekilde güneste bir müddet kurutulurdu. Iyice sertlesen balik ortadan bölünür ve sirke, zeytinyag karisimi ile yumusatilip yenirdi.
Bizim mahalledeki hemen hemen herkes bir nevi balikci idi. Arkadasim Yorgo’nun babasi hafta sonlari cogunlukla yalniz baliga cikar, bu sekilde dinlendigini söylerdi. Baskalari ise birkac arkadas birlikte cikar, balik tutmaktan baska yiyip icerler, keyif yaparlardi.
Kimi sabahin erken saatlerinde kalkar gider, karagöz, mercan pesine düserdi. Kimi de isin kolayina kacar, capari ile istavrit yakalardi.. Ben arkadaslarimla genelde ikinci gruba dahil olup capariye cikardik. Bazen o kadar cok yakalardik ki, kendimize ayirdiklarimizdan baska mahallilere de (tabii ki mahalleli kediler de buna dahil) dagitirdik. Bir atista 12 balik oldugu bile olurdu, yani her ignenin dolu olmasi… Arada bir gelen dragonlar ve iskorpitler heyecanlanmamiza, kirlangiclar da sevinmemize neden olurlardi.
Dragon (Türkiye denizlerinin en zehirli baligidir)



Kirlangic

Iskorpit (Carpar, ama dragon kadar tehlikeli degildir; ayiklamasini bilen güzel corbasini yapar; komsumuz Madam Zina becerenlerdendi)

Bazen de balik tutarken bir gurup yunus yanimizdan gecer, bize selam ederlerdi. Tabii ki keyifli saatlerin nasil gectigini anlamadigimizdan karanlik basinca sahile döndügümüzde annelerimizi bizi bekler bulurduk. Gerci arada bir sabah erkenden cikip ugrastigimiz da olmustu ama sabirsizliktan ve havanin alacakaranlikta serin olmasindan bu isten pek hoslandiginmiz söylenemezdi.
Ancelo ile Balikcilar kahvehanesi arasinda, bir kayigin icinde yasayan Ahmet diye biri vardi; her türlü olta hazirlar ve satardi. Onun yasam seklini bir türlü anlayamazdik. Büyük teknesi olan “Reis” lakapli balikcinin iskelesi de oralardaydi. Takimi ile birlikte agla balikga giderlerdi; oglunun ismi Kokor idi; Reis’in ismini cikartamiyorum. Büyük teknenin iskeleye cekilmesi bize bir macera gibi gelirdi; iskele nin kalaslari belirli yerlerinden yaglanir (gres yagi) ve islem baslardi.

Evimizin hemen önündeki iskelede ise kaya baligi, lapin filan yakalanirdi, bazen de zargana… Belirli zamanlarda ise kefallarin gelmesini seyrederdik (hatirlatma: bunlar evin hemen önündeki iskelede oluyor). Etraftaki iskelelerde, bazen de Sandalci Mehmet’in Ancelonun yanindaki büyük iskelesinde, balik yakalamak icin once midye koparir (sadece biraz egilmek yeterdi, kücük midyeleri taslardan koparmak icin) sonra da kücük kovamizi alip balikciliga baslardik (60’li yillarin basi olsa gerek).
Bizim eve yaklasik 100 metre acikta kayaliklar vardi (simdi oralar yol oldu). Kayaliklarin etrafinda sinarit avlayanlar olurdu (ben kücükken, sonra onlar da kalmadi, herhalde 1962 ye kadar filan.

Babam bana sinarit ignesini gösterirdi, koskoca bir igne… Her zaman da olta kutumuzda kalmistir, hic kullanamadim…). O kayaliklardaki cok büyük midyeleri dalip toplamaya baslamistik belli bir yastan sonra (midyeli pilav, midye dolmasi…). Bir ara da dalmak, zipkinla avcilik mahallede iyice sevilen bir ugras haline gelmisti. Iyice üsüyünceye kadar dalar, elimiz bos bile sandala ciksak ta hic olmazsa güzel görüntüler görmüs olmakla avunurduk. Ancak gözlük kullanmaya baslamam gerektiginde bu ugrasin da sonu gelmisti.


Sinaritler iste bu büyüklükte olabilirlerdi.
Gece olunca lüferciler cikardi ortaya, gaz lambalari ile aydinlatilan sandallarin görüntüsü cok güzel olurdu. Ama en güzel manzara mehtapli gecelerde karsidan yanip dönen fenerin isiginda bu lüfercileri görmekti (“Fener”, Röne Park’in ilerisinde).

Bu sekilde o yillarda Yesilköydeki balik cesitlerinin bollugundan söz etmek yanlis olmasa gerek. Agla yakalanan tekir, barbunyalari da unutmamak gerek. Ancak baliklarin türünde ve sayisinda olan azalma yaklasik 1970lerde basladi diyebilirim. Günümüzdeki durumu ise anlatmaya hic mi hic gerek yok.




Yesilköyde basketbol

Yesilköyde basketbol cok sevilir; oynanir ve seyredilirdi. 1960’larin basinda Rum Ilkokulunun arkasinda tribünlü bir saha hazirlanmisti. Orada cok heyecanli, güzel gece maclari olurdu.

O zamanin milli basketbolcularindan bir grup Yesilköye gelir, günlerini Ciroz’daki kampta (cadirlarda) gecirir, hafta sonlari da (bazen hafta ici de) “Yesilköy” formasi ile oynarlardi. Dört takimin katildigi turnuvalar, tek maclar her zaman tribünleri doldururdu.

1962 yazi, bir turnuvanin final maci: Hakem masasi (1. Ve 2. Kupalari hazir bekliyor). En solda babam bir muziplik pesinde. En sagda bizim mahalleden Toto Hrisovulos.

Turnuvalara katilanlar arasinda hatirladiklarim Isvecten „Solna“ (arkadaslari „Heya heya Solna“ diye bagirirlardi, Stockholm yakinlarinda kücük bir yer); Yunanistan‘dan „Aris“ ve yakinlardaki üslerde görevli Amerikali askerlerden olusan bizim icin „Amerikalilar“ olan bir takim; yerli takimlardan da Bakirköy (onlarda da milliler oynardi) ve digerleri…

Bir keresinde final maci berabere bitmisti (veya bitirilmisti, kim bilir?) de uzatma oynamak istemeyen Yesilköyün kaptani (Erol , Fenerbahceli, lakabi „Baba“) tartismalara baslamisti. Sonunda da misafirlere verilmisti kupa.

Yesilköy adina forma giyenlere gelince, Erol‘dan baska an cok katilanlar (ve aklimda kalanlar): Halil Dagli (Fenerbahcede oynardi, 70 kez filan milli olmustur), Naim Dagli, Haluk (galiba Galatasaray), Ates Cubuklu (Besiktas ?) ve Tuncer idi. (galiba 1962-1966 arasi olsa gerek)
Konyali Halil Dagli’yi iyi tanirdik; hep „Hocam“ derdi ve lakabi da Harry idi, nedeni de Harry Belafonte olan benzerligiydi (internetten buldugum biraz yaslanmis resmi bile bu benzerligi ispatliyor).




Halil bazen bir iki arkadasiyla bize gelir, sandalimizi ödünc alirdi. Bana da hep “Seni Fenerbahceye alalim” der, beni sevindirirdi (Fenerbahcede oynamadim ama gencler seviyesinde Beyoglusporda iken Fenerbahceye karsi oynadim). Halil ile ilgili diger bir anim da milli mac icin Israil’e gidecegini söylemesi üzerine babamin bir akrabamiza gönderilmek üzere ona bir kutu lokum vermesi idi. Gercekten de Halil o kisiyi bulmus, o da bize hurma göndermisti (nasil bulustular bilemem).
Sonra Rum ilkokulundaki saha terk edildi, yikinti gibi kaldi. Ama yine de oraya gider, günesin altinda potalar orada kaldigi sürece oynardik. Toprak sahanin rengine bürünen kollarimiz, bacaklarimiz Marmara’nin serin sularinda temizlenirdi.

Ben henüz 6 yasindayken (1959) mahalledeki basketbol sevgisi herkesi sardigindan „büyüklerin“ önderliginde bos bir arsa basketbol sahasi haline getirildi (Herkes günlerce deli gibi calisti) ve annelerimizin kazanda renkliye boyadiklari fanilelerimizle aynamaya basladik. Bu „self-made“ saha Ancelodan Balikcilar lokantasina dogru giderken soldaki yokusun basindaydi (o zamanlar bostu, daha sonra Mehmet Bey (soyadi ?) oraya cok güzel bir villa yaptirmisti). Hrisovulos biraderlein büyügü (Aki) sayesinde basketbola ilgi artti ve takimlar olustu. Aki daha sonralar da Yesilköy Genclik Kulübünde ve Beyoglusporda antrenörüm olmustu.

Evimizin girisindeki yerde, terasin önünde, velhasil cogu yerde eski bir balikci kepcesini uygun bir yükseklige koyup idman yapmak olagan olmustu.

Yesilköy Genclik kulübünün sahasinda (Nahiye) antrenmanlar baslayinca cevreden, Yesilyurttan da gelenler oldu; epey kalabalik olduk. Sezon boyunca süren, kendi icimizden olusturulan takimlarin katildigi turnualar tertip edilir ve sonunda madalyalar takilirdi; bir kere kaptani oldugum takim ikinci olmustu, madalya hala bir kösede durur:

1968
Antrenörümüz Aki herkesle cok ilgilenir ve her yönden iyi yetistirirdi, aslinda iyi bir pedagogtu. Bazen de „deplasman“ maci ve gezi icin Kinaliada‘ya, Moda’ya giderdik, sevimli nisanlisi da bizimle birlikte gelirdi. Bu ortam sayesinde ben de onunla devam etmek icin ve arkadaslarim Yani (Aki’nin kardesi) ile Yorgo sayesinde kis sezonu icin Beyogluspor’a kayit olmustum.

Bu sahada da cok güzel maclar olurdu, tribünler dolar, ayakta kalanlar olurdu. Maclarin ilani Reks sinemasinin tabelasinin yaninda olurdu. O zamanlarin millileri yine Yesilköye gelirlerdi. Son zamanlarda ise ilgi azaldigindan (1970 civari) neredeyse idareyi biz ele almistik ve mac aksamlari önce bilet kestigimi sonra da masa hakemligi yaptigimi hatirlarim.

Zamanla televizyon evlere girmeye baslayinca acikhava sinemasi ve basketbol maclarina ilgi azalmaya baslamisti.



Yesilköy‘ün unutulmaz esnaflarindan…

Bakkallar: Bizim alisveris yaptigimiz bakkallar Rum kilisesinin yakinlarindaydilar. Birincisi (tam kilisenin karsisinda) Ferhat, digeri de son zamanlarda yandaki evde oturan komsumuz Cemil idi. Cemilden önce de Cavit idi. Bakkallarda veresiye defteri olmasi olagandi, hep hesaba yazilirdi. Ferhat’ta „Tekel birasi“ bulunurdu bazen, büyük tahta kasa icinde 6 tane satilirdi; Efes in, Tuborg un ortaya cikmasindan önce bazen bira her istendigi zaman bulunmazdi, önceden ayirtmak gerekirdi. Daha büyükce olan bakkallar (belki de o zaman terim henüz kullanilmadigindan „market“ olarak adlandirilmayanlar) caddedeydiler. Istasyona yakin bir yerde, zerzavatcilarin (örnegin Sinasi) oralarda Migros acilinca bakkalara gidenler azalmaya basladi. Aslinda daha önceleri de Migrosun alisveris arabasi gelirdi (herhalde 1959); aracin yan tarafi acilinca bir dükkan haline gelirdi:
Migros arabası

Berberler: Berberler tabii ki coktu. Ancak berber olarak akilda kalacaklarin basinda Fethi ve ogullari Feridun, Fikret gelir. Cok uzun yillar berberdiler. Soyadlari da F ile baslardi (Fidanboy), galiba bir de kizkardesleri vardi F’le. Feridun ve Fikret ayni zamanda futbolcuydular.

Istasyona yakin bir yerlerde, Doktor Dündar’in evinin karsisinda da bir berber vardi (Nuri) ; ben bir ara cok daha uzak olmasina ragmen oraya gitmeye baslamistim ki bunun cok basit bir nedeni vardi: beklerken Tenten, Teksas okumak.

Marangozlar: Fenomenal Enop Usta’yi Yesilköyde tanimayan yoktu herhalde. Marangozhanesi Rum kilisesinin yanindaki sokaktaydi. Nedense cogu zaman atletiyle calisir, bazen de isini disarida, sokakta yapardi. Babamla ava giderlerdi (aslinda maksat avcilik degil, iyi vakit gecirmekti); köpegi de her zaman marangozhanenin önünde veya icinde olurdu. Enop Usta her türlü mobilyayi imal edebilirdi, yeter ki istesin.

Ancelonun mutfaginin yanindaki binada marangoz Emin calisirdi. Diger bir marangoz da ekmek firininin oldugu sokaktaydi, fakat diger ikisine göre daha kücüktü.



 Muhtar Saban: Tren istasyonunun hemen yanindaki büfeyi isleten Saban yillarca muhtarlik yapti (ögrendigime göre 50 yildan fazla ! Herhalde bu bir rekordur); Muhtarlik islemi ile ilgili birsey icin degilse de bir gazete veya icecek almak icin ona ugramamis kimse yoktur.

Sandalci Mehmet: Ancelonun hemen yanindaki büyük iskele Sandalci Mehmedin hem evi hem de isyeri idi. Kücük botlarini saatle kiraya verir, süreyi hep dogru hesaplardi. Bazen iskelesine gidip balik yakalamaya calisan cocuklara aldirmaz, bazen de onlara kizardi. Bazen de kalin camli gözlükleriyle sandalinin icinde oturur olta hazirlardi.




Yeşilköy 1966: İki akraba cocugu ve köpegim Flik ile birlikte; arkada Sandalci Mehmet’in “evi” olan iskelesindeki teknesi ve Ancelo, daha arkada katolik kilisesi.


Nalbur : Isminin Davit oldugunu hatirladigim nalbur dükkanindaki karmasaya ragmen istenen mali hemen bulabilirdi. Sandali tamir etmek, boyamak gerektigi zaman hep ona giderdim. Dükkanin her kösesi doluydu ; kaliteli boyalardan (Marshall) teneke icinden kücük siselere doldurulan neft yagina kadar hersey bulunurdu. Her türlü civi, vida da araninca bulunurdu. Biraz daha ilerideki ikinci nalbur (oduncunun karsisinda) daha kücüktü (Simon)

Tabelaci, Ressam: papirüs lakapli Ismet tabelalara, afislere hep „Papirüs“ diye imza atardi. Benim sandalin isimleri de hep onun eseri idi. Her zaman bisikletine atlar, bir isten digerine veya Reks sinemasinin arkasindaki dükkanina giderdi. Dükkanin önü bazilari icin bulusma yeriydi.


Foto Toros’tan…. Model bendeniz (1953)

 Fotografci: Toros; karakol ve itfaiyenin karsısında, tam kösede idi dükkanı. Her zaman daginik ve dalgin bir hali vardi. Hayatimdaki ilk resimlerimi cekmistir diyebilirim; benim birkac aylikken bir kaplanin üzerinde verdigim poz yillarca vitrininde kalmistir, öyle ki liseye giderken „Toros Amca artik cikarsan sunu buradan“ demistim. Lise yillarinda da özel ders vermek icin hazirladigim ilani ilk olarak onun vitrinine yerlestirmis ve onun sayesinde ilk ögrencimi bulmustum.

Tabii ki bircok esnaf daha vardi, ancak hepsini hatirlamak, yazabilmek icin ya yardima veya cok vakte gerek var.

Bir de seyyar saticilari unutmayalim: Futbol maclarina gelen lahmacuncu (o zamanlar ekzotikti); mahalleye gelen “seker elma”ci ; el arabasi ile dolasan misirci; at arabasiyla gelen karpuzcu (kesmece bunlar!); eve gelen sütcü; at arabasi ile nahiyeden tenekelere doldurdugu suyu getiren saka…..

Ileride devam etmek üzere……

4 yorum:

  1. Harika yazmışsınız elinize saglık

    YanıtlaSil
  2. Anilarim canlandi, elinize, hafizaniza saglik. Enop Ustaya rahmet diliyorum. Komsumuz Ahmet bey ile birlikte guzel av yapardik. Catalcanin Vize taraflari mese ormanlarinin arasindaki acikliklara yayilirdik.
    Bir de simdiki dalkakiranin yerinde taslardan cikardigimiz midyeler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. iltifatiniza tesekkürler. Aslinda düsündükce bircok detay insanin aklina geliyor. Dolayisi ile devam etmem gerektigine karar verdim. hb

      Sil
    2. Bu hatiralariniz muhtesem ,ilave edibilirsem, Kasap Yorgo , Bakkal Prodromos ( Ankarapazari ) Doktor Kalangos , Bisiklet tamircisi Kegam , Enop Usta , ile senelarce ava gitmistim , otobili Warsawa ! bugün arasaniz yok . Halk evini unuttunuzmu ? Teniste orada basladim ,bilahare voleybol ve basketbol porune açikdi , eee Bamya tarlasi ? orada futbol oynardim , 1950 lerde ... ay dün gibi geliyor , Okuyanlara selam ve sevgiler

      Sil