26 Ekim 2016 Çarşamba

Faytonlar demişken...

Faytonlar demişken; eski bir yazımdan, faytoncumuz Kemalettin'le ilgili bölümü iletmek istedim.Eski tüm esnafımızı, o güzel insanları saygı ve rahmetle anıyorum.
Bir faytoncumuz daha vardı.Kemalettin’di adı. Çoçukluğumuzun kukla karakteri meşhur İbiş'in canlısıydı adeta. Çiroza doğru yolcu getirdi mi; maçı,saklambaçı,yakar topu bırakır faytonunun arkasına çaktırmadan takılırdık .

İlginçtir; görmemezliğe gelirdi başta.Sayımız ikiye üçe çıkınca da, kamçıyı şöylesine bir sallar gibi yapardı geriye. Biz bırakır kaçar, tüm çocuk acımasızlığımızla ''İbiiiş,ibiş''diye bağırırdık ardından.Tam bir halk adamı hoşgörüsüyle hiç aldırmadan sürerdi atlarını; yolcusunu, hasretle beklendiği sıcak evine götürmek üzere.Sonraki yıllarda ara ara çok sohbetim oldu o faytoncu ağabeyimle. 

Ben delikanlı yaşlarda, o ise ileri yaşlardaydı.Vaktiyle yaptığımız çocukluk terbiyesizliklerimizi anlattığımda: Ekmeğini emeğiyle kazanmış, Yeşilköyün yaz kış demeden güneşini,rüzgarını ve soğuğunu yemiş olan faytoncumuzun kavruk ama güzel yüzünde bir gölgelenme oldu. Hiç bir şey söylemedi, yanızca gülümsedi.Sanki göz pınarlarından belli belirsiz, iki damla yaş yuvarlandı gibi geldi bana. Artık köyde faytonun yok olduğu, faytoncuların ve arkalarına takılan çocukların yitip gittiği dönemlerdeydik. 

Belki de o iki damla yaş çocukluğuna bir an dönüp te; faytonunu bulamayan bana aitti…………….’’

(Engin Bozdağ)

10 Mart 2016 Perşembe

Şekerci amca

Hatırlayanlar...?
Akşamüstleri sokaklarımızda duyulurdu sesi; Elmaşeeekeeerciii! 

Zayıf ufak tefek bir adamcağızdı. Elmaşekerciii diye bağırırken sesi giderek daha da incelirdi. Hatırlayanlarınız hayalinde canlandırmıştır şimdi. Kolunda camdan iki bölmeli kabı, bir bölmede kırmızı bordo karışımı bir renkle parlayan elma şekerleri, diğer bölmede ise balık, horoz vs. şekillerde ve de değişik renklerde öbür şekerler.Topu, maç heyecanını, bisikleti, saklambaçı bırakır ve tüm çocuksuluğumuzla akşamüstülerimizin bu eşsiz iştah kıblesine koşardık. Bu şekerler miydi çocukluğumuzu daha da tatlandıran, yoksa o naif çocukluklarımız mıydı şekerlerin tadını daha da taçlandıran hala emin değilim. Bazen tek kalan favori şekerimizi kapabilmek adına ufak tefek hır gür olurdu aramızda, ya da şekerlerin bize sıra gelene dek bitmesinin hüznü çökerdi kalplerimize. 

Şekerci amca ise tertemiz beyaz önlüğünün içinde hep aynı ifadeyle; ortama tam hakim, hem de Eski Yunan'ın şeker tanrısıymışçasına gurur içinde olurdu. Adeta bir ritüel içinde şekerlerimizi yerken, hayat geçici olarak dururdu sanki. Sonra kalınan yerden tam gaz devam edilirdi hangi oyunsa ona. Şimdinin marketler dolusu kimyasal katkılı, sevimsiz ambalajlı, aylarca dayanma süreli zehir saçan şekerine o zamanki şekerlerimizden bir tekini bile değişmez bizim nesiller. Şimdi keşke bir akşamüstü yine o büyülü sesin cazip manyetik alanına savrulabilsek... 

Ne dersiniz, keyifli olmaz mıydı? 

Neyse canım şimdi bırakın şu ilerleyen yaşları,insülin dirençlerini ve tehlike arz eden yorgun dişleri de bir şekerlik bir saltanatımız olsun şu yalan dünyada. Hem şekerler de benden. Sizlere sadece çocukluğunuza tatlı bir yolculuk kalıyor. Eh daha ne olsun. Bu arada en güzel ,en favori ve popüler şekeri de ilk ben kaptım tabii ki. Hakkım olsa gerek, bir çuval harfi yazıya dönüştürdüm ne de olsa. Dondurmacı, mısırcı, macuncu, koz helvacı, tarihi Yeşilköy Fırını'nın ponçik, açma ve elmalısını ise başka zaman anlatayım artık. 

Ama şartım var şekeri ısmarlarsanız. Haydi afiyet olsun....
(Engin Bozdağ)

24 Ocak 2016 Pazar

Nerede kaldınız? (Halim Barışın anıları / 3. Bölüm)

Güzel bir temmuz gününe her zamanki gibi köpegimle gazete almaya gitmekle baslamistim. Flik (artik tanidiginiz Boxer cinsi köpegim) rahat durmaz, her tarafa burnunu sokar, satasacak köpek arardi; eger dönüste hala enerjisini harcamadiysa terasta tenis topuyla oynardik. Gazeteleri alip eve döndükten sonra henüz ortalik sakinken onlari okur ve arkadaslarin uyanip gelmelerini beklerdim ki sabahtan günün planini yapabilelim. Her yilin favorisi olan mesgaleler, oyunlar vardi.