24 Mayıs 2012 Perşembe

40 yıl önceye dair ...

(Engin Bozdağ)

1972-73 lerden kulaklarımızdan uzaklaştıkça; gönüllerimize yaklaşmış bazı sesler,bazıları soluklaşmış siyah beyaz resim kareleri, anı bahçelerimizden aşina çiçekler, bildik sesler...

Benim, sizin, bizim, bizlerin hikayeleri...



Zamanı bir anda kırk yıl öncesine taşıyıp ta; bir an için dondurmak istedim... Isterseniz sizde isimlerinizi bağırıp arayın kendinizi o kısa an zarfında;belki de geçmişiniz ya da mazideki gençlikleriniz cevap verecektir.İnsanlar zamanın kıyılarından ilerledikçe ileriye veya zamanı o kıyıların kenarından akıp geçen bir nehir gibi izlediğinde geçmişlerini de gençliklerini de daha fazla özler oluyorlar, bu noktada da o dönemdeki eski dostlarını, arkadaşlarını daha çok arıyorlar... 

Dostlarımızı ,arkadaşlarımızı yani kısacası kendimizi, kendiliklerimizi unutmamamız dileğiyle sevgiler hepinize...
40 yıl sonraki hikayelerimizi de anlatmaya çalışacağım,hazır olun dinlemeye. 


19 Mayıs 2012 Cumartesi

Bir avuç Yeşilköy ...

(Cem Üründül)
Benim almanyada oturduğum evin en üst katındaki çalışma odasının duvarları, benim için önem taşıyan insanların, hatıraların resimleri ve belgeleri ile doludur. 

Buradaki resimlerin önemli bir bölümü Yeşilköy ve İstanbul çekilmiş daha doğrusu çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın resimleridir. 

Dikkatle bakıldığında resimlerin arasında resim çerçevesini andıran küçük bir vitrin göze çarpar. İçinde bir kaç midye kabuğu, bir kaç çakıl taşı ve birazda kum vardır. 

Ben bu minik vitrini arada bir açar, içindeki nesnelere parmaklarımla dokunurum. Bunlar, pek ahım şahım görünmeseler bile, hala denize ve yeşilköye kokarlar. 

Şimdi itiraf etmem gerek. Ben bunları yeşilköyün sahilinden tam eski çirozun önündeki kumsaldan toplayıp, bavuluma koyup buraya getirdim. Yani işin doğrusu bir avuç dolusu yeşilköyü çaldım. Bilmiyorum ''aldım'' desem daha mı doğru olur? Buna da pek aklım yatmıyor. Her yeşilköylü veya yeşilköyü seven sahilden bir avuç alıp götürse, sahilin yarısı gider. 

Kendi savunmamı en iyisi şöyle yapayım;

Şu anda yeşilköyde yaşayan dostlarımız yılın her gününde, her saatinde, o kumsalla iç içedirler. Yeşilköyden uzaktakilerin böyle bir imkanı yoktur. Hele benim gibi 2500 kilometre uzaktaysanız, haliniz harap. Bazen aklınıza durup dururken yeşilköy gelir. Her ne denli yaşadığınız kent, ülke size memleket olmuş olmasına rağmen, anlam veremediğiniz bir özlem dolar bazı akşamlar yüreğinize. İşte böyle bir anda gereksinim duyarsınız, bir avuç yeşilköye. Duvardan alıp, masanıza koyar, kapağını açıp dokunursunuz, sihirli mücevherlermiş gibi bu çakıllara, kum tanelerine, midyelere...

Yani özel bir zorunluluk sonucu ''ödünç'' alınmıştır bu nesneler, çalmak anlamında değil. Oğluma vasiyetim var, ölümümden sonra o, bu emenetleri yeşilköy sahiline teslim edecek.

Bir sabah uyandığınızda bakacaksınız, kumsalda tek bir midye kabuğu veya tek bir çakıl taşı eksik değil....

10 Mayıs 2012 Perşembe

Artık rastlayamazsınız o üç harfin tatlı dizilişine: YJK diye...

(Engin Bozdag)

Top sahalarımız vardı Yeşilköy'ümüzde; köy yeşil, sahalarımız tozlu ve çamurluydu. Futbol keyifti, heyecandı, muhabbetti.

O zamanlar, bugünkü gibi çamurlu çirkef bataklıklarına bulanmamıştı. Delikanlı oyunuydu kısaca. Delikanlılığın köyünde köklü takımlarımız vardı ki bunlardan biri; beyazın saf temizliğiyle, denizimizin özgür mavisini seçmişti gönül renklerine.

Kuşaklar boyu aktarmıştı eski gençler, yeni gençlere bu bayrağı hep şanla şerefle, Eker'lerden, Antuanlar'dan, Enop'lardan; Fikret'lere, Cem'lere, Murat'lara. Toros'lardan, Aram'lara, Garo'lara ...

Efsane isimlerdi hepsi, hele köyün diğer efsane takımları Gençlik ve Kültür maçlarında, bir de ezeli rakip Sahakyan'la maç olunca devleşirdi hepsi, sonuç ne olursa olsun en üstte onur, seyir zevki ve keyif kalırdı.

Kokor, Bedo, Kemal, Zadik, Cengiz; Garbis, Vasil, Mustafa, Berç, Suat izlemek büyük zevkti hepsini, saha ve seyirci cümbüşü ahenkli bestelerini sunardı her Pazar.

Önce sahalarımızı aldılar elimizden yerine beton yığınları vererek, dostluklarımızı ve amatör ruhlarımızı gaspettiler sonra, bizleri hapsederek ruhsuzluk galerilerine.

Şimdi ne Cengiz var, ne Hampo, ne Bedo, ne Rafi. Ne Aziz kaldı, ne Berç,ne Serhan,ne Metin,ne Levon ne de Ümit...

Artık rastlayamazsınız o üç harfin tatlı dizilişine: YJK diye.

Ne kulüp binası, ne de mavi beyaz heyecanın emekle terle ıslanmış formaları yoklar şimdi.

Pazar günleri yolunuz eskiden büyük saha olan bölgeden geçerse ve de yerini bilen eskilerdenseniz o sahanın; bazen coşku dolu uğultulu bir ses duyarsanız şaşırmayın sakın;

O ses belki de; zengin anılar bahçesinden bir YJK lı'nın yaşattığı gol sevincidir, mavi beyazlı formasının renklerinden aksetmiştir, o şenlikli maçların seyirci kalabalıklarının dost sesidir, ya da bir Yeşilköy masalının; hasretlerinizin ve gençliklerinizin çağrısının sesidir o...



6 Mayıs 2012 Pazar

Jazz34149 / Yesilköyden jazz dolu bir sayfa..


Bu güzel sayfayı yapan ve katkıda bulanan arkaşlara küçük bir armağanımız..

3 Mayıs 2012 Perşembe

Dostluk üzerine


Biz haber etmeden haberimizi alırsın, 
yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. 

Gözümüzün dilinden anlar, 
elimizin sırrını bilirsin. 

Namuslu bir kitap gibi güler, 
alnımızın terini silersin. 

O gider, bu gider, şu gider, 
Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın. 


(Nazım Hikmet) 




Bence dostluk öğrenilmez. O yetenek, ana sütüyle, baba şevkati ile künyemize satır satır yazılır. Dostluklar ne zaman aşımına uğrar, ne de değer kaybına. Ne kimin nerede olduğuna bağlıdır, nede ne yaptığına. Yani çok tuhaf bir konudur bu. Çıkar meselesi desen değil, hesap kitap meselesi desen, hiç değil.


Bu konun içeriği üzerine, insanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar bir sürü bilim adamları, filozoflar, şairler düşünmüşler. Bir sonuç çıkmış mı, diye soracak olursanız hemen söyliyeyim; Hayır, sacede tarif etmekle yetinmişler.

Sayılarıda, iki elimizin parmaklarının sayısını geçmez, dost diye adlandırdıklarımızın. Tanıdığımız her iyi, aklı başında, dürüst insanların hepsinide dostluk kapsamına almayız nedense. Onlara başka sıfatlar buluruz, saygıdeğer bir tanıdık, çok iyi bir insan falan gibi.

Dost diye tanımladığımız insanları ne çok uzun süredir tanımamız gereklidir, ne de hayatımızın uzun bir süresini paylaşmamız gerekir. Ona rağmen kesinlikle biliriz dostumuzun kim olduğunu.

Büyük üstat Antoine de Saint-Exupéry güzel bir sözü var ; 

Hayatta en önemli şeyleri sadece yüreğimizle görebiliriz.
Ne kadar tuhaf bir şey bu dostluk....

(Cem Üründül)

Yunanistan sınırını ilk kez nasıl geçtim?


(Cem Üründül)

1983 yılının yazı olmalı. Almanyada yaşadığım kentte bazen akşamları yaptığımız gibi, yine genellikle sanatçıların, üniversitelilerin ve sol kesimin gittiği ''Pelikan'' isimli, pek lüks olmamasına rağmen canlı, herkezin herkezi tanıdığı meyhanede oturmuş bir şeyle içmekteyiz. Meyhanenin sahibi Abdul (68li solculardan, tunuslu) o akşam hiç durmadan Mikis Theodorakis'in müziklerini çalmakta. Gecenin geç saatleri olmuş, anlatıyoruz. Eski solcu Abdul yanımıza oturdu. ''Çocuklar, ben bu  Theodorakis' e oldum olası hayranım. Bu gün bir dergide okudum, önümüzdeki hafta sonunda Theodorakis Atinada bir stadyumda konser verecekmiş.  İnsanın vakti olacak, oraya gidecek. Konseri dinlemek, Atinayı bir gezmek, bir kaç günde sahilde bir yerde geçirmek. Ne kadar şahane olur. Ama ben yaz oldumu bu meyhane yüzünden hiç bir yere gidemiyorum.''


İçimizden biride bu lafın üzerine ''arkadaşlar, aslında hiçte fena fikir değil bu Abdul'un söylediği. Ben gitmeye karar verdim. Benimle gelecek daha üç kişi varsa, bir arabayla gideriz. O anda karar veriyorum, ''bende geliyorum''. İkide kadın arkadaş geleceklerini söylüyorlar. Tamam, hemen o gece planları yapıyoruz.

15 Nisan 2012 Pazar

Yesilköyde bir bahar günü..


(Cem Üründül)
Fotoğrafları ve anlatım metni Engin Bozdağ'a ait bu çalışmayı teknik sebeblerden dolayı ben seslendirmek zorunda kaldım. Hatalarım af oluna...

31 Mart 2012 Cumartesi

Geçen yılların adaları

Anlar vardır, güncelliğimizin üzerinden silindir gibi geçer gider. 


Bizi kısa bir sürede olsa rehin alıp, zaman-mekan kavramının ötesindeki bir aynaya bakmaya zorlar. Bizler bu aynanın içinde birdenbire çocuksu ve dürüst özlemlerle dolu, hayata meydan okuyan genç bir insanı görürüz....



Ataol Behramoğlu`nun şiirlerinden yapılmış şarkıları bu dönemde nedense çok dinliyorum. İstanbul´a son geldiğimde almıştım.

Bu aşk burada biter,
Ben çekip giderim,
Yüreğimde bir çocuk,
Cebimde bir revolver.

Onun [Bir gün mutlaka] şiirini çok severdim. Yıllar sonra –en azından 35 yıl sonra- bu şiiri tekrar okuduğumda karşıma birden bire iki soru çıktı;

25 Mart 2012 Pazar

Yeşilköy hatırası kitaplarım..



(Cem Üründül)


Bu resimdeki kitaplar, bu gün evimdeki kütüphanedeki, kendimin aldığı en eski kitaplardır. Hepsi son yeşilköy yıllarımda alınmıştır. İsmail Cem' in ''Türkiyede geri kalmışlığın tarihi'' ve İlhami Soysal' ın düzenlediği ''20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi'' adlı kitapları 70 li yılların ortalarında tatilimi geçirmek için geldiğimde almıştım. İsmail Cem' in bu muhteşem araştırma yapıtı, o dönemler ilk kez okuduğumda, o zamana kadar okulda öğrendiğimiz yarı-yanlış, masalla, kahramanlık öyküsü karışımı tarih dersinden aklımda kalanları birdenbire silmiş onun yerine dürüst, akılcı ve mantıklı bir tarih kavramı oturtmuştu. 


Aziz Nesin' in kitapları ise ben kendimi bildim bileli bizim evde hep olurdu. Başta babam, annem olmak üzere hapimiz severek okurduk. Hala bende rahmetli babamdan miras bir çok kitaplar vardır. Bunların yarısı Aziz Nesinin kitaplarıdır. Ama resimde görünen, iki Aziz Nesin kitabının içine kendi adımı yazmışım. O sebebten dolayı kendimin aldığını tahmin ediyorum. Bu ''Kör döğüşü'' adlı kitapta yer alan aynı adlı hikayeyi kardeşim Cengizle ben pek severiz. Konu Aziz Nesin oldumu aklımıza bu ''Fil sinirinden kırbaç'' hikayesi gelir.


23 Mart 2012 Cuma

VOLARE, OOOOOOOO………

(Ismail Seçkin)
1960 lı yılların populer bir İtalyanca şarkısı olan “VOLARE” şarkısından alınan bu nakarat, benim yaşımda (1951) veya ona yakın olan Yeşilköy sakinlerine, şimdiki Yeşilköy 50.yıl Lisesinin bulunduğu alandaki “VOLARE SAHASI” olarak bilinen futbol sahasını ve futbolla ilgilenenlere de bu sahaya adını veren, ona yakın oturan semt sakinlerinin kurduğu “VOLARE” ismindeki bir semt futbol takımını hatırlatacaktır. 

Bu sahayı yaz sabahları, hafta sonları hariç hergün, sabahın erken saatlerinden öğle saatlerine kadar, yetiştirdikleri ürünleri satmak için yakın köylerden atlı arabaları ile gelen gezgin satıcılar doldururdu. Böylelikle şimdiki Yeşilköy Pazar ortamının küçüğü o zamanlar neredeyse hergün yaşanırdı. Bizler de çoğu zaman annelerimizle birlikte onlara yardım amacıyla bu alana gelir ve alınan ürünleri bisikletlerimizle evlerimize taşıdık. Hemen her sabah karşılaşılan bu satıcılarla o sahaya gelen kişiler arasında genellikle samimi, sıcak bir ortam oluşurdu.

Zannederim 14-15 yaşları civarında idim. O yıllarda Yeşilyurt’da oturuyorduk. Bu seyyar satıcılardan Aydın isimli bir genç annem ve halamın ricası üzerine genellikle Çarşamba günleri Yeşilköy dönüşü Yeşilyurt’a uğrar, bize ve halamlara bizler için ayırdığı Çavuş üzümünü bırakırdı. Biz de Aydın’la bu şekilde arkadaş olmuştuk. Aydın’ın bisikletlere karşı da bir tutkusu vardı. Biz de onun bu tutkusundan faydalanarak Halamın oğlu Hakan Ertan’la birlikte Yeşilyurt dönüşü bisikletimizi ona verip, bizde onun atlı arabasını alırdık. İki taraf için de son derece keyifli olan bu takas sonrası yolculuğumuz, bizim Yeşilyurt Ekin sokaktaki evimizden başlar, tren yoluna parelel hatboyu boyunca devam ederek Halkalı caddesi sonundaki Plak fabrikasının yanındaki tren yolu köprüsünün önünde son bulurdu. Bu bölgede bizler atlı arabasını Aydın’ geri verip bisikletimizi alarak evimize geri döner ve bir sonra ki Çarşamba gününü sabırsılıkla beklemeye koyulurduk . ……. Bu sebeble kuzenimle ben bütün bir yaz boyunca Aydın’ın bize uğruyacağı Çarşamba günlerini iple çeker ve hangi oyunda olursak olalım oyunu bırakarak, onun geleceği öğle saatlerinde mutlak evde onu bekler olurduk. Ancak laf aramız da bizim için çok keyifli olan bu takasdan hiçbir zaman ailelerimizin haberi olmadı. Yoksa bu keyifli takasımız herhalde son bulurdu…….. 

20 Mart 2012 Salı

H. kabus görmekten nasıl kurtuldu?

(Cem Üründül)

H. çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Onu yıllar sonra internet üzerinden yeniden bulduğumda bana eski günlerden konu ettiğimizde, ilk anlattığı şu aşağıda ilettiğim ‘Kabus görme’ hikayesiydi. Olayı benden daha iyi hatırlıyor. Bana ‘aklıma sen geldikçe bu hikaye gelir’ dedi. Aslında onun da bana yaptığı bazı şeytani hınzırlıklar vardır. O eski hikayeleri anlatıp güldük.

Engin'in (Bozdağ) geçenlerde dedigi gibi, bu yeşilköyün havasından mı yoksa suyundan mı olsa gerek, hepimizde biraz tuhaflık var. Her ne kadar kültürel temelimiz aynı olsa da, bireyler olarak hepimizin kendine göre bir takım çok özel huyları var. Bu bende de böyle.

Bu  H. diye bahsettiğim arkadaş ta aynen öyleydi. Bazen kendi kafasına göre bir şeyler yapar, hiç akla hayale gelmeyecek maceralar yaratırdı. İleride onun bir kaç macerasını galiba buraya aktarmamız gerekecek.

Bilmem hatırlar mısınız? Yeşiköy'de o zamanlar yaz gecesi demek, reks'e gitmek, arkadaşlarla gecenin geç saatlerine kadar bir yerlerde oturmak (röne parkta bekçiden kaçmak ta buna dahil) sohbet etmek, bazen de bu sohbetler arasında şişeden ucuz bir şarap içmek demekti.

Bizler bazen mahalledeki arkadaşlarla, o zamanlar Çekmece caddesinin yan tarafındaki koskocaman boş arsada geceleri toplanıp, ortaya bir yere yaktığımız ateşin çevresine oturarak sohbete dalardık. Buraya takılanların sayısı oldukça değişmekteydi. Ama asıl kadro, o arsanın etrafındaki evlerde oturan, H. başta olmak üzere;Ömer, Can, ben, kardeşim Cengiz, İlya, Ufuk, Vasil gibi isimlerden oluşurdu.

Gayet tabii ki, kızlar da buraya katılırlardı ama onlar bizden erken eve gitmeleri gerektiği için, en sonuna bizler kalırdık. Bir ara içimizde huylananlar olduğunu bildiğimizden hayalet ve korku hikayeleri üretmeye başlamıştık. Günün birinde bu korku hikayelerinden birini de uygulamaya koyduk. Başrolü, hayalet olarak Can oynamıştı ama az kaldı gerçekten hayalete dönüşecekti. Bunu en iyisi başka zaman anlatayım.

Yine sıcak bir yaz gecesi, arsamızın ortalarında bir yere kurulmuşuz. Gecenin çok geç saatleri. Tamam artık yeter evlere gidelim, yarın çiroza yüzmeye gideceğiz, diyoruz. İçimizden bazıları ateşin üzerine kum ve toprak atarak söndürmeye başlıyorlar.

14 Mart 2012 Çarşamba

YEŞİLKÖY’DEN AZ DAHA BİR OLİMPİYAT ŞAMPİYONU ÇIKACAKTI…

( Engin Bozdağ)
1972 baharı , köyümüzün ;o yemyeşil  huzur beldesinin  güzel bir baharını  daha  yaşıyoruz.Başımızda esen delikanlılık çağının kavak yellerinin,  insanı kendinden koparıp; dizginsiz   delice  koşulara yönelten egemenliklerinin altındayız.Baharın ve onun delişmen kokularının sarhoşluğunu, köyün tekmil gelinciği,papatyası,çiçeğe durmuş ağaçları koro halinde destekleyip ; daha da arttırıyorlar.
Okuldan çıkmış gurup halinde yürüyoruz köye doğru.Altı yedi kişi varız. Bu canım bahar havasında kim evi,dersi düşünecek. ‘’Altınfıçı’da’’  patates tavalı ,biralı,Marmara manzaralı bir ellibir partisi hayali bizi mıknatıs gibi çekiyor . Orada çaycı Necati’nin kıvırcık saçlarına dokunup (nedense çok kızardı buna) onu dellendirmek,garson Kambur İhsan abimizi işletmek te işin tuzu biberi  olacak.
Böyle muhabbetle yürürken birdenbire bizim Umut  (Onu Cem Üründül’ün , Umut neden Orhan Gencebay gibi meşhur bir şarkıcı olamadı? hikayesinden tanıdınız,çoğu tanıyanlarınız da hatırladı)
Birdenbire, ben Münih Olimpiyatlarına katılacağım dedi. Ani bir sessizlikten sonra bir ikimiz nasıl filan diyebildik  -  Hayal aleminin çok geniş olduğunu,çocuksu hülyalar denizine sürekli yelken bastığını bilmemize rağmen şaşırmıştık yine de,bu kadarını da hiçbirimiz beklemiyorduk doğrusu  -  Cevap olarak ta atletizm’de yanıtını aldık.Şaşkınlık içinde yeniden suskun kalmıştık ki bizim Can Baba(rahmetli Can Sav)cüssesinin tam zıddı olan o koca ve kalın sesiyle:

13 Mart 2012 Salı

Umut neden Orhan Gencebay gibi meşhur bir şarkıcı olamadı?


(Cem Üründül)


İçinizde bu hikayeyi bilenler ve söz konusu kişiyi tanıyanlar itiraz etmeden, hemen baştan söyliyeyim. Burada söz konusu olan kişinin gerçek adı Umut değil, onu böyle adlandırmamın sebebi ise gayet basit. Internette tüm aramalarıma rağmen bir türlü bulup, bu ortak anımızı yayınlamak için müsadesini alamadım. Bu sebebten dolayı bu anımda onu umut diye adlandıracağım. Gayet tabii ki, diğerlerinin adları gerçek adlarıdır.

Umut, bizim oturduğumuz çekmece caddesinde, bizden iki ev ileride otururdu. Onların üzerinde de bizim yeşilköy jimlastikte futbol oynayan ve (rüzgarın oğlu)  vasil otururdu.

Kısaca değineyim. Bu vasilin özelliği müthiş hızlı koşabilmesiydi ama genellikle verilen pastan daha hızlı koştuğu için topları hep arkasında bırakır ve o zamanlar antrönörümüz olan toros abiyi çileden çıkartırdı. Bizler ona pas vermeye çalıştığımızda, pastan ziyade şut çekmemiz gerekirdi. O dönemlerde rahmetli toros abiyi çıldırtan sadece bizim vasil değildi. Ama bu anılara başka bir yazıda yer vereceğim.

Yine dönelim umut meselesine. İriyarı, güçlü kuvvetli biri olan umutun kendine has bir takım özellikleri vardı. Bu o dönemki özelliklerinin en başında onun çocuksu hayalciliği ağır basardı. Bazen çok önemli bir kitap okuduğunu ve artık mars gezegenine uçabilecek bir füze yapabileceğini, bazende tavşan çiftliği kurarak milyoner olacağını veya buna benzer şeyleri kesinlikle inanarak anlatırdı.

1971 yılının yaz tatili.

Bir gece yolculuğu, kar, bir sarhoşça adamla kızı ve o...


(Cem Üründül)

Toplantı bittiğinde, saat gece yarısını geçmişti. Binadan çıktığımda, nesef kesecek kadar soğuktu bu 14 ocak gecesi. 

Meslektaşlarımdan biri ''bu gece istersen burada bir otelde kal yarın dönersin, bu gece senin istikametinde çok yoğun kar yağışı bekleniyor'' diyor.

Bir an düşünüyorum, kalsam mı diye. Vazgeçiyorum. ''Henüz kar yağışı başlamadı, hava böyle kalacak olursa 3,5-4 saat sonra evde olurum.'' diyorum. Yakında görüşmek üzere diyerek ayrılıyoruz.


Gecenin berrak soğukluğunun bana, bu çok tartışmalı geçen uzun toplantının sonunda iyi geldiğini hissediyorum. Paltomun yakalarını kaldırarak park yerine doğru yürüyorum. Vaktim olsa bu temiz ve soğuk havada biraz yürüyebilirdim diye düşünüyorum. Şirketin park meydanı sapsarı bir ışıkla aydınlatılmış. Arabama binip, haraket ediyorum. Şirketin ana girişine geldiğimde, büyük kapı yavaş yavaş açılmakta. Bekçinin beni kameradan gördüğünü biliyorum. Konuşma tesisatını üzerinden geçerken bana ''güneyde kar kağışı bekleniyor, dikkatli gidin, iyi yolculuklar'' dediğini duyuyorum. Teşekkürler ve iyi geceler diyorum.   

5 Mart 2012 Pazartesi

Yeşilköy. Günlerden 27 Mayıs 1960.


(Panagiotis Kremidas)

Birinci sinifi bitirken bir askeri -siyasi olaya tanik oldum takvimler 27 Mayis 1960 i gosteriyordu gunlerden Cuma disarda tam bir bahar havasi piril piril gunes var bahcelerden ciceklerin kokusu burnumuza kadar gelip bizi sarhos ediyor.

O Sabah yataktan kalkar kalkmaz pencerenin disina baktim sungulu bir er duruyordu daha otede baska bir er babam Istanbul radyosunu acti askeri marslar caliniyordu askeri darbe olmustu.Ben cocuk olarak korkmustum tabii ki ne oluyor diye daha 7 yasima henuz basmamisim ben bilmeden babama daha yakinimizda olan Yesilyurta gidelim de borekciden acma alalim dedim .

O zaman babam bana -Pano disari cikamayiz yasak cikarsak bizi yakalarlar ve hapise atarlar dedi ben daha fazla korktum hep boyle evin icinde kapali kalacazmi diye kendime soruyordum.Birazdan bir askeri cip gecti on tarafta yuksek rutbeli bir subay oturuyordu arkada da iki inzibat hoparlorden butun vatandaslara radyolarindan haberleri duymamizi tembih ediyorlardi.Apartman sakinleri ne yapsinler iyi ki buyuk bahcemiz vardi aldik sandalyeleri agaclarin altinda ev hanimlarinin getirdigi demli cayi receli beyaz peyniri kaser peyniri ile bir sabah kahvaltisi yaptik.

Evimizin arka tarafi havaalanina giden taskopruye bakiyordu zaman zaman koprunun ustunden askeri otobusler geciyorlardi babam kendi kendine konustu -Herhalde Istabuldaki mebuslari iceri aliyorlar dedi durum zor. Bunun yanisira otobusler gectikten sonra her 15 dakkikada bir Dakota ucagi havalaniyordu kimleri goturuyorlardi nereye haberimiz yoktu o gun ve obur gun boyle gecti .Ikinci gun mu ucuncu gun mu hatriladigima gore yavas yavas disariya cikmamiza izin verildi fakat 8 den sonra yine sokaga cikma yasagi vardi . O Uc gunde eksik olmasin devletimiz bizi ekmeksiz birakmadi bir askeri cemse geldi askerler her eve ekmek dagitti.


Şenolasın Yeşilköy

(Engin Bozdağ)

Yeşilköy anıları yeniden canlanmaya başladı.Hatırlayan ve yazan tüm dostların hafızasına ve ellerine sağlık.Her hatıra, bizi geçmişin gölgesine çekilmiş o asude köye bir nebze geri götürüyor.O köy ki mazide bir hayal beldesi şimdi. Ancak hatıralarımızda yaşatabiliyoruz. Oysa çocukluklarımızı, ilkgençliklerimizi, kimimizin de daha olgun ve geçkin dönemlerini şekillendirdi o şefkatli ellerinde.Bütün o devrelerimize şahitlik etti. Şimdi hasretle anmak o demleri biraz buruk, kekremsi giderek acımsı bir tadı dillendiriyor hasret ezgilerinin refakatinde.Üzüntülerimizle hüzünlenen,sevincimizle coşan,yeşilini ve çiçeğini,denizini ve güneşini cömertçe sunan ,tatlı rüzgarıyla bizi sarıp sarmalayan o güzel köy.Ve o köyün güzel insanları.Çoğu belki de başka bir vuslat olan ayrılıklar içre çekilp gittiler ,uzak bir bilinmeyenin kucağına.Bir kısmı başka kıtalar,başka ülkelere yelken bastı.Bir kısmımız aynı şehirde gurbete düşüp,uzak kaldık.Sonuçta dağıldık be dostlar.


Bu bir kaçınılmaz sonmuydu,kadermiydi,ya da bizlerin gafletimiydi cevabı çok zor.Hem artık bu yanıtı aramanın pek gereği de yok galiba.Gideni geri getirmek hele de bu materyalizmin şahikalarına vurmuş,gerilimin dostluğa,finansın insanlığa,menfaat öndeliğinin paylaşımcılığa galebe çaldığı devirde imkansız.
O dönemlerde sanki o devran hep öyle devam edecek gibi zannetmişiz.Her şey aynı kalacak,aynı güzel mekanları aynı güzel dostlarla sonsuza dek paylaşacak gibi düşünmüşüz.Buna hatamızmış diyemiyorum.Böyle düşünmemiz,böyle yaşamamız çok doğaldı aslında.Şimdi belki şöyle bir pişmanlık gölgesi hafiften dökülür gibi olacaksa eger; bu o şekilde düşünmemizle değil de o dönemi daha bir doya doya,o havayı ruh derinliklerimize bolca çekerek yaşamadığımıza dair olabilir.

4 Mart 2012 Pazar

İlk okula gidişim

(Panagiotis Kremidas)


1959 yili idi ilk okul tecrubesi olacakti Eylul baslarinda babam beni Cekmece sokagindaki Rum okuluna yazdirdi .Eylulun 15 idi Pazartesi gunu babam beni bisikletle okula goturdu ve sinifa birakti orada baska cocuklarda vardi bir anda benim dalgin oldugum bir sirada babam gitmis ben aglamaya basladim .Kendisi gecen sene rahmetlik oldu Sofia Spiroglu ozaman genc kiz denilecek yasta ogretmenimizdi -Aman dedi delikanlilar aglarmi hic sen artik buyudun gel baska cocuklarla oyun oyniyalim dedi ben hemen alistim biraz kendime geldim.Hatirlarim o gunun aksamini okul paydosundan sonra dedem ile anneannem beni gelip okuldan almisti yuruyerek Yesilyurt yakinida Cicek sokakta evimize geldik ilk okul gunu boyle gecti.

Çocukluğumun 1954-1962 yılları..

(Ismail Seçkin)

Sevgili Engin Bozdağ’ın beni üye yapması ile haberimin olduğu “ÇOCUKLUĞU YEŞİLKÖY’DE GEÇENLER” sitesinin kuruluşunda emeği geçen herkese ve beni üye yapan Sevgili Engin Bozdağ’a teşekkürlerimi sunarım. Tabii böyle bir site olunca da, biz sitenin en kıdemlilerinden de bir şeyler yazması beklenir düşüncesiyle bende daha önce Yeşilköyüm.org ‘ da da Yeşilköylü dostlarımla paylaştığım bazı anılarımı, küçük parçalar halinde sizlerle de paylaşmak istedim. Umarım sizleri sıkmam………

Çocukluğumun 1954- 1962 yılları arasındaki kısmı Yeşilköy Halkalı caddesinde geçti. Yeşilköy tren istasyonundan eski plak fabrikasına kadar uzanan bu cadde ile ilgili anılarım arasında, oturduğumuz 20 nolu ahşap evin altındaki bakkal dükkanının sahibi , mahallemizdeki tüm çocukların çok sevdiği Ali bey ile onun iki ev sonrasındaki kendine ait ahşap evin altındaki kunduracı dükkanının sahibi Hüseyin usta vardır. Özellikle yaz akşam üstlerinde Kunduracı Hüseyin Usta, dükkanının önüne tabureler ve küçük bir masa çıkararak mahallenin kendi yaşıtı büyükleriyle ve bakkal Ali beyle tavla partilerini yapardı. Birbirlerine espirili takılmayı çok seven bu iki sevimli büyüğümüzün bu ince espirililerle süslü zevkli tavla partilerini bizlerde etraflarında toplanarak heyecan ve zevkle izlerdik.Evimizin karşısındaki büyük bahçe, yalnız yaşayan Madan Yuvana isimli bir Rum bayana aitti (şimdiki Yataş’ın bulunduğu alan). Bu bahçedeki pek çok meyva ağaçları mahallemizin tüm çocuklarının fazlaca ilgisini çeker ve tahta çitle kaplı bu bahçeye pek çok kez izinsiz olarak girerek bu güzel meyvalardan yerdik. Bu sebeble sevgili madam Yuavana’dan sık sık tatlı sert azar işitirdik.

Bisiklet maceraları

(Panagiotis Kremidas)


1968 senesi idi yaz mevsimi azdik yanildik babam kullanilmis bir bisiklet almisti koyde dolasmak icin.Tam iste o yaz trafik polisleri de Yesilkoyde bisikletleri kovaliyordu ,umulmadik yerlerde dururlar 14-15 yasindaki cocuklardan ehliyet ve bisiklete plaka numarasi isterledi.Bir pazar gunu trafik polisleri buyuk bir polis kamyonu ile butun bisikletlere saldiri yapti cok cocugun ne ehliyeti var ne de plaka numarasi durduranin bisikletini alip kamyona atiyorlardi sonra da sen trafikten gec ceza ode al bisikletini.Ben o pazar gunu macta idim birden bisikletli bir cocuk geldi haber saldi- Bisikletleri topluyorlar dikkat edin cocuklar bisikletinizi saklayin.Bisikleti olan herkez bir paniye kapildi bende beraber eve donmeye karar verdim sagda solda uzaktan polis bloklari goruyordum yon degistiriyordum sanki bir cinayet islemis bir caniyi yada bir sapigi kovalarcasina oyle yapiyorlardi .14 Nisan caddesinde geldigimde yine bir polis bloku vardi ne varki 14 Nisan ile Serbesti caddesinin birlestigi yerde ahbabimizin bir evi vardi aldim bisikleti bahcenin icine sakladim hava karardikatan sonra eve donebildim Yesilkoyun tenha yollarindan .Yahu her sey bitmis her sey tamam da butun problem 13,14,15 yasindaki cocuklarin bisikletlerine mi dusmustu. 

3 Mart 2012 Cumartesi

Eski ve yeni Yeşilköy ve Yeşilköylüler üzerine değinmeler

(Engin Bozdag)


ESKİDEN: Hepimiz YEŞİLKÖYLÜ'Ydük. 
ŞİMDİ: Çoğumuz o eski güzel köyü özleyen eski Yeşilköylüleriz.

ESKİDEN: Envai çeşit Marmara balığını yerdik. Lakerdacılarımız vardı.İplerde çirozlar;marmara esintisiyle,sonbahar dansları yapardı.
ŞİMDİ : Marketlerimizde her çeşit ton balığı konservesi,balıkçı tezgahlarında çitlik balıkları,lakerdacı yerine dürümcüler var.



ESKİDEN: Reks vardı,efsane biletçisi Manol Abi vardı,20-30 bileti istenen tam sayıda bir kalemde keserdi, film Sacha Distel'in ''Benim Sevgilim''i ile başlardı.
ŞİMDİ : Eski Reks olamayacağı aşikar ama,bir reks sinemamızın olacağı avuntumuz var.

ESKİDEN : Rekste '' Bisikletlerin arka kapıdan çıkmaları rica olunur'' anonsunu film bitiminde duyardık.
ŞİMDİ: Herhalde tarfiği tıkayan bir zontanın arabasının plaka numarasının anonsunu duyacağız.

ESKİDEN : Reks çıkışında Babula'nın sıcak açmaları açlığımıza hücum eder ve yokederdi.
ŞİMDİ : Dürüm dumanları gecenin o ileri saatinde iştah kesecek.

ESKİDEN: Kapri vardı,çiroz vardı denize girilen bir çok yer vardı.
ŞİMDİ : Siyasetçilerin mülkiyetindeki ''Halk'ım'' ın plajları var.

2 Mart 2012 Cuma

Yeşilköyün unutulmaz simaları


(Panagiotis Kremidas)


Yesilkoy denilince akla gelen ilk isim yillarca Yesilkoyun muhtarligini yapmis mehrum Saban Acar gelir .Tren Istasiyonunun hemen yaninda ufak bir kirtasiye dukkani vardi gazete de satardi babam oradan rum gazetesi olan Apogevmatiniyi alirdi ,bir cok defalar da gazoz da icerdim oradan hatirlarim ilk Fruko gazoz larinin ciktigi zamani visnesi vardi,portokali,mandalinasi turuncusu.Saban Acar in yaninda 2 ufak dukkan daha vardi en sondaki Yesilkoy Belediye Zabitasi olarak kullaniliyordu.
Baska unutulmayan sima mehrum Rum doktor Konstatin Kalangos idi her ne zaman olusa yazin sicaginda,sonbaharin yagmurlarinda kislarin karla kapli olan yollarindan hasta oldu mu her zaman kosar onlara sifa vermeye calisirdi ,herkez onu severdi en onemlisi fakirlerin doktoru idi onlardan para almazdi.Simdi oglu Afksendios Kalangosta Genevre de cocuk kalp cerrahisi .
Gunlerimizin Yesilkoy Muhtari sayin Bulent Yurtsever Kalangosun ismini Yesilkoydeki bir sokaga vermis.Baska bir doktorda Dundar vardi o da hastalarin yardimlarina kosardi mavi kaplumbaa seklinde eski tip Sitroen arabasi vardi telefon edildi mi hemen hastalarina kosardi.Yesilkoyde herkezin bildigi balikci Hasan 1950 lerin sonlarinda Yesilkoyun balikcisi idi 1964 ten sonra oBalikcilar dedigimiz yerde Rum Kocogianiden kahvehaneyi satin aldi 1967lerde 1968 lerde o kahvehaneyi restoran haline getirdi yaz aksamlari doner kebap ta yapardi.

1 Mart 2012 Perşembe

Anıları toparlamak,geçmişi net hatırlamak kolay olmuyor


(Engin Bozdağ)


Sevgili Bülent, anıları toparlamak,geçmişi net hatırlamak kolay olmuyor.Zaten genç arkadaşlarımız da devreye girmeye başladılar.Onlardan daha fazla katılım,destek ve anılarını bekliyoruz.Turan Ersin'e tren anıları için teşekkür eder ve hoşgeldin derken;tatlı üslubuyla anılarına devamını dilerim.Yasemin Kubaç,İlknurYağmur,Jale Aktaş,Aysim Esra ve Cemile Korlu arkadaşlara da aramıza hoşgeldiniz diyorum.

Turan Ersin'in tren anıları bana trenli yıllarımızı hatırlattı.Tren Yeşilşköy ve Yeşilköylü'nün hayatında çok önem taşımıştı zamanında.Zaten tek ulaşım aracı da trendi.

Otobüs seferleri hatırladığım doğru ise l968'lerde başlamıştı.Otomobil ise zaten çok azdı .Hele kışın istasyon caddesinden saatte üç beş araba zor geçerdi.Yeşilköy lisesi'ne l970 yılında lise ikinci sınıfa,Rahmi Ballık ve Doğan Yıldırımla beraber transfer olmadan önce;Pertevniyal Lisesi'ne trenle gidip gelirdim.Çiroz'daki evle istasyon arası yürüyerek gidiş gelişlerde bazen 15-20 köpeklik sürülerle karşılaşıp,tabanları yağlamak ta mukadderdi.Tren yolculukları ve yolcuları ilginçti.Çok ilginç ve müdavim tipler vardı.Şimdiki gibi kap kaç,saldırı filan da yoktu.Gece son trenlerde bile rahat,korkusuz seyahat edilirdi.Ufak çaplı serserilikler olurdu ki,bunlar dahi halk tarafından hoşgörüyle karşılanır,bir yolculuk eğlencesi olarak algılanır,aşırı kaçarsa ikaz edilir,gençlerde söz dinler ve susarlardı.Bizim dahi Cüneyt,Önder,Akgün,Ustura Turgut,Can Sav,Yeşilyurtlu Kaleci Uçan Manda Kosta vd. arkadaşlarla trenlerde hafif ve tatlı serseriliklerimiz olmuştur.Bulgar'ın Yerinden 2-2,5 liraya büyük rakı şişeşine doldurttuğumuz açık şaraplarımızla birlikte Alicum'dan aldığımız ekmek arası köfteleri ,Rönepark'ta taam eyledikten sonra:Trene biner(Genelde 3.mevkinin bagaj bölümüne) yanımıza aldığımız teypten müzik dinleyerek bir Sirkeci yapar ve dönerdik.Bu seyahatlerin çoğunda trenin ilginç tplerinden biri olan ''Kasaba'nın Şerifi'' ile karşılaşırdık. Sohbet ederdik te şimdi kimdi,neydi ayrıntı hatırlamıyorum.O ismi kendimi bulmuştu,bizler veya başkaları mı takmıştı.Ayağında çizmeleri,bazen başında şapkası TCDDY'rının sahibi gibi,kompartmana kurulur,ayak ayak üstüne atar,çizmesinin yan duran topuğunun kenarında bazen bir şarap bardağı öyle otururdu.Romanya'lı Senkal Hodoğlu ve Yeni Zellandalı Kobra_Doktor daha detaylı hatırlayabilir,yazarlarsa sevinirim.

Yeşilköy deyince akla başka neler geliyor,neler hatırlanıyor.


(Engin Bozdağ)

Yeşilköy deyince akla başka neler geliyor,neler hatırlanıyor.Ne anılar var başka,eski resimler var mı bunları paylaşmaya devam edelim.2007 yılından bir yazımı yeniden gönderiyorum.Sevgiler.

Mehtap,camlıköşk anılar...

Mehtabin yanindaki camlikosk kahvesi ve cay bahcesini hatirladiniz umarim.Arkasinda mutevazı bir lunapark vardi.Sekolin denen(ne demekse ?) yukarıdan zincirlere bagli oturaklardan olusan ve motor gucuyle ondukce bu zincirli oturma yerlerinin merkezden giderek acildigi bir sistemdi.Simdi anlatmasi zor tabii ki. Ne yazik resim de yok. Biz o zamanin gençleri, o hizla donus aninda.Oturdugumuz yerden kalkip ; ayakta durur, ondeki koltuktaki arkadasimiza uzanip onu yakalamaya calisir.Yakalayip bir muddet beraber dondukten sonra,onun koltuguna bir tekme atip onu one firlatirdik.Bir keresinde bir oturma yerinin zinciri kopmus; ustunde oturan ucarak su iskelesinin yanindan denize vasil olmustu.Bu gercekmiydi,yoksa koyumuzun bir efsanesimiydi.Burasi biraz sisli kalmis.Hatirlayanlar varsa anlatir.

Yeşilköydeki Pazar futbol maçları

(Panagiotis Kremidas)

1958de Yesilkoye geldigimden beri o zaman 5 yasinda idim babamla Pazarlari ogle ustu Yesilkoyun maclarina giderdik tabbi ki yaz aylarinda.Eski Yesilkoyluler bilir top sahasi bamya tarlasi denilen yerde idi galiba hat boyu caddesine yakin.Orada guzel maclar olurdu biraz da otede biraz yukseklikte bulunan tren yolu mac seyrederken o Halkali veya Sirkeci yonune giden trenlerin ray ustune yaptigi gurultu maca baska bir hava veriyordu.Daha sonra top sahasi o herkezin bildigi bayir asagi dedigimiz yere getirildi.Her pazar o maclara giderdim Yesilkoy Genclik klubunun sari -yesil formalari vardi genellikle sari forma yesil sort sari tozluk giyerlerdi.Maclar saat 13 te o sicagin altinda junyior takimin maclari ile baslardi daha sonra B takim daha sonra da A takim oynarlardi.Pazar gunku rakibin hangi takimin olacagi Persembe gununden belli olurdu Rex yazlik sinemasinin sokaginin kosesinde bir kara tabela bulunurdu tebesirle her hafta oraya yazilirdi Rakip takim junyior B va A Takimlari diye. Ben daha cok A Takim oyuncularini hatirliyorum kaleci Cengiz vardi bir zamanlar Yedikule takiminda da oynamisti.

Bir ayrılışın hikayesi...


(Cem Üründül)

Almanyaya göçümüzün başlamasına artık saatler kalmıştı. Yarın sabah kalkacak uçakla yeni yurdumuza uçacaktık. Son gece, tüm arkadaşlarımdan, dostlarımdan ve akrabalarımdan vedalaşmak için Yeşilköyün sokaklarında oradan oraya koşturuyorum. Ayrılmak olgusu tüm ağırlığını şiddetle duyurduğu bir akşamdı bu, 1973 yılının mart akşamı.

Gayet tabii ki her vedalaşmamı, ayrılmanın verdiği acıya karşı bir büyülü cümle gibi anımsadığım, “en geç önümüzdeki sene görüşmek üzere” ile bitiriyorum.

En son olarak N le vedalaşacaktım. N benim aynı sınıfımdan çok sevdiğim bir kız arkadaşımdı. O zamanlar, ona yakınlığımı bilen ister kız, ister erkek olsun bütün arkadaşlarım “erkeklerle kadınlar gerçekten arkadaş olamazlar” tezini savunurlar ve bu ilişkinin gerçek yüzünü itiraf etmemizi beklerlerdi.

N onlar için biraz tuhaf biriydi. Bizim o dönemlerde her gencin yaptığı gibi yaptıklarımız çocuksu çılgınlıklara katılmaz, hatıra defterleri yazmaz, flört etmez veya bizlerin değimi ile kırıştırmaz, bizimle gece yarılarına kadar kızlı, erkekli ortalarda dolanmazdı.

40 yıl önce Yeşilköy'üm..

(Prof. Dr. H. Barış Diren)


Yeşilköy İlkokulu, (ŞİMDİKİ ARİF ŞENEL ) aynı şu andaki yerinde ancak kısmen ahşap bir yapıydı. Karşısındaki camii de aynı bu günkü gibiydi ama sanki daha bir ağaçlar arasında ve daha bir sevimli idi. Teneffüslerde o caminin avlusuna gider, yaşlı amcaların abdest aldıkları çeşmelerden su içerdik. O amcalar her gidişimizde bizi sever, şakalaşır hatta bazan okul kapısındaki seyyar satıcıdan leblebi unu alırlardı (herhalde biz isterdik..). 


Yeşilköy İlkokulu'nda benim sınıf öğretmenim Rıza Ergezer idi. Diğer sınıfınki de Ayşe Bumin öğretmen. Zaten iki sınıf idik.Diğer sınıf bizim sınıfta olmak isterdi, biz de diğer sınıfta. Niye mi; çünkü her bahar geldiğinde mutlaka ama mutlaka bir kaç kere pikniğe gidilirdi. Her sınıf diğerinin gittiği yeri arzulardı nedense...Bir de yerli mallar haftasında getirilen meyvalar, kuruyemişler falan nedense hep diğer sınıfta daha çok ve güzel olurdu. Ayrıca 2. ve 3. ders arası teneffüste dağıtılan süt tozundan yapılma süt de hep diğer sınıfta daha lezzetli gibi gelirdi bize.... 



Okulun kapısındaki seyyar satıcılar hepimizi adımızla bilirdi. İçinden dünya ülkelerinin bayraklarının çıktığı o hiç yemediğimiz ama, deli gibi satın aldığımız şekerlerle ilgili zaman zaman promosyon da yaparlardı. 5 tane alana 1 tane beleş gibi (5 tanesi 25 kuruştu)... Ama dedim ya, en çok da leblebi ununu severdik. Toz şeker katarak yemeyi. Dudaklarımızın çevresinde biriken unları Müdürümüz Arif öğretmen kendi mendili ile silerdi 

(Müdür beyin cepleri mendil doluydu. Her birimize farklı mendil çıkarırdı. Allahım bu nasıl bir incelik, bu nasıl bir sevgidir, yarım asır geriye baktığımızda gördüklerimiz ve yaşadıklarımız bugün masal gibi geliyor. Neymişiz, ne olduk ya rabbim...).