Toplantı bittiğinde, saat gece yarısını geçmişti. Binadan çıktığımda, nesef kesecek kadar soğuktu bu 14 ocak gecesi.
Meslektaşlarımdan biri ''bu gece istersen burada bir otelde kal yarın dönersin, bu gece senin istikametinde çok yoğun kar yağışı bekleniyor'' diyor.
Bir an düşünüyorum, kalsam mı diye. Vazgeçiyorum. ''Henüz kar yağışı başlamadı, hava böyle kalacak olursa 3,5-4 saat sonra evde olurum.'' diyorum. Yakında görüşmek üzere diyerek ayrılıyoruz.
Gecenin berrak soğukluğunun bana, bu çok tartışmalı geçen uzun toplantının sonunda iyi geldiğini hissediyorum. Paltomun yakalarını kaldırarak park yerine doğru yürüyorum. Vaktim olsa bu temiz ve soğuk havada biraz yürüyebilirdim diye düşünüyorum. Şirketin park meydanı sapsarı bir ışıkla aydınlatılmış. Arabama binip, haraket ediyorum. Şirketin ana girişine geldiğimde, büyük kapı yavaş yavaş açılmakta. Bekçinin beni kameradan gördüğünü biliyorum. Konuşma tesisatını üzerinden geçerken bana ''güneyde kar kağışı bekleniyor, dikkatli gidin, iyi yolculuklar'' dediğini duyuyorum. Teşekkürler ve iyi geceler diyorum.
Şimdi yavaş yavaş şehrin içinden çıkıyorum, Autobahndayım. Yolda benim haricimde bir kaç araba var. Radyoyu açıyorum. Hep aynı haber ''Kar geliyor''.
Şimdi kar yağışı başlamadan mümkün olduğu kadar fazla yol alabilmek için, bayağı hızlı gidiyorum. Yarım saatir yoldayım. Şimdi yol bomboş. İleride bir mola yerinde bir kahve içerim diye düşünüyorum.
Radyoda 70 yılların müziklerinden oluşan bir program var. Terry Jacks' in ''Seasons In The Sun'' çalıyor. Hafiften kar atıştırmaya başlıyor. Hızımı kesmiyorum. Aklımdan 70 li yılların ilk yarısı var.
Şimdi röne parka doğru yürüyorum. Önüme birdenbire o çıkıyor. Üzerinde çiçekli yazlık hafif bir elbise var. Konuşuyoruz. Ne yapıyorsun, ne zaman geldin? Falan filan gibi şeyler. Onu kadar uzun zamandır tanımama rağmen, ilk kez güzelliğini algılıyorum. Son defa bir sene önce ben almanyaya gitmeden görüşmüştük. Aramızdaki fazla olmayan yaş farkına rağmen demek ki o zamanlar ona sanki bir çocukmuş gibi bakmışım. Ama şimdi, karşımda genç güzel bir kız var. Sonraki günlerde birbirimizi hemen hemen her gün göreceğiz.
Kar yoğunlaşıyor, biraz yavaş gitsem iyi olacak diye düşünüyorum. Dışarıdaki ısının -8 derece oldunu görüyorum, arabanın göstergesinde. Biraz sonra arka aynadan, yanıp sönen mavi ışıkların hızla yaklaştığını görüyorum. Biraz sonra yanımdan bir polis arabasıyla cankurtaran geçiyor. En azından 180 - 190 gidiyorlar. İleride bir kaza var. Radyodaki program, sanki dışarıdaki korkunç havanın etkinliğine karşı mücadele vermekte; Supertramp' ten ''Dreamer''.
Yüzmeye gidiyoruz çiroza arkadaşlarla. O da var. Masmavi renkli bir bikinisi var. Güzel bir mavi. Etrafımızı unutmuş gibiyim, sadece deniz, o ve ben varım. Günlerimizi yaşıyoruz. Mutluyum. İleride 37 sene sonra geçsene unutamayacağımı henüz daha bilmesemde, mutluyum.
Kar yağışı gittikçe yoğunlaşmakta. Şimdi radyodan, üzerinde gittiğim A5 yolunun Frankfurttan sonraki bölümünün yavaş yavaş gidilmez bir hale dönüştüğü için kar küreyen ve yolu tuzlayan araçların yolu açmaya başlayacağını haberi geliyor. Şimdi yolun üstü bembeyaz. Yolun kayganlığını anlayabilmek için hafiften arkası arkasına frene basıyorum. Biraz geçte olsa fren etkinlik gösteriyor. En fazla 80le yola devam ediyorum. Radyoda ''Bridge Over Troubled Water'', Simon and Garfunkel söylüyor.
Şaçları, güneşten yanmış kolumun üzerine. Bir akşamüstü. Kalbinin vuruşunu anımsıyorum.Birazdan kaza yerine geliyorum, bir Porsche tersine dömüş. Etrafında polis arabaları. Yolu kapatmışlar ama en sağda, ancak zor zar bir arabanın geçeceği bir bir yol açık bırakmışlar. Sağında ve solunda polisler duruyorlar. Yaklaştığımda ''dur'' anlamında işaret veriyorlar. Durup, camı indiriyorum. Bana 20 kilometre ileride yolun kar yağışından dolayı kapandığını, 5 kilometre kadar ilerdeki benzin istasyonunda, kar küreyen araçların yolu açana kadar, aşşağı yukarı bir saat beklemem gerektiğini söylüyorlar. Tamam diyorum.
Gelecek sadece ikimizin. Bir ayrılış. Ama birdenbire dünyanın akışı değişiyor. Korkunç bir olay, bir araba kazası. Ölümden dönüyorum. Aylarca hastahanelerde yatıyorum. O ana kadar sakin bir nehir akıp giden hayat birdenbire kayalıkları aşan azgın dalgalı ucu bucağı belli olmayan bir sele dönmüş. Şimdi bu akıntının içinde kağıttan bir gemi gibiyim. Bağlarımız kopuyor. Bu fırtına bittiğinde artık hayatlarımızda başkaları var.
Kar şimdi dahada şiddetli yağıyor, farların ışığından parlayan kar taneleri sanki bembeyaz bir tünelin içinden geçiyormuşum hissi veriyor. Kış lastiklerine rağmen en fazla 60la gidiyorum. Direksiyon, arabanın yolla olan bağlantısının azaldığından gittikçe hafifleşmekte. Radyoda Rolling Stones' da ''Angie''.
Bir kaç yıl sonra onu tekrar görüyorum. Yanımızda eşlerimiz var. Birbirimize hayatımızdan çok memnun ve mutlu olduğumuzu anlatıyoruz. Sanki anılarımız geçen yıllarda erimiş gitmiş. Bir iz bile kalmamış.
Benzin istasyonunun cafesine giriyorum. Bir kahve ısmarlıyorum. Tam karşımdaki masada ben yaşlarda (belkide bir-iki yaş büyük) giyimi düzgün, hatta saygın görünümlü bir adamla 20-25 yaşları arasında genç bir kadın oturuyor.
Kahvem geliyor. Karşıdaki adam, işaret parmağı ile beni göstererek ''Size bir şey söyliyebilirmiyim?'' diye soruyor. Ses tonundan biraz alkollü olduğu belli. Yanındaki genç kadın bana ''kusura bakmayın, babam biraz içkili, amacımız sizi rahatsız etmek değil'' diyor. Daha sonra babasının kulağına eğilerek, bir şeyler fısıldıyor. Adam şimdi susup, önündeki şarabını yudumlamakta.
On dakika kadar geçiyor. Kahvemi içerken, yolların gittikçe karla dolduğunu görüyorum. Kar küreyen araçlarıı beklemekten başka çare yok.
Şarab içen adam birdenbire tekrar bana hitaben ''sadece anılarımızın toplamını kadar yaşamışlığımız vardır'' diye sesleniyor. Anlamı üzerine kısaca düşünüyorum. Birazda başımdan savmak istercesine ''Gayet tabii, çok haklısınız'' diyorum. ''Hayır, beyefendi, anlamıyorsunuz. İnsanlar, anıları kadar yaşamışlardır. Geşmişte olan herşey de anı sayılmaz, anılar iz bırakır, yaşama bir anlam, bir isim verir.''
''Müsadenizle masanıza geleyim, o zaman bu kadar yüksek sesli konuşmamız gerekmez'' diyorum. Adam buyrun dercesine bir el işareti yapıyor. Oturuyorum. Adam devam ediyor ''Düşünün beyefendi, diyelim ki, aklınızdan geçtiğinde kalbinizi çarpıtan, sizi sarhoş eden bir anınız yok, siz bir hiç sayılırsınız.''
''Çok haklısınız, ama size garanti ederim, benim böyle anılarım var, hatta az önce yolda gelirken aklımdan geçti'', diyorum.
''Bilmiyorum, gerçekten anlıyormusunuz? Ben anılarıma yaptığım bir yolculuktan dönüyorum. Kendi kendime yalan söylemekten bıktım. Evet, son 15 yılda iyi kötü bazı ilişkilerim oldu. Sakın yanlış anlamayın beni, bu kadınların hepsi son derece saygın insanlardı. Ama onlarla mutlu olduğum yalandı. Beni ben yapan, benim kimliğimi belirleyen bambaşka bir anı vardı. Ama şu anda sizlerin anıları duymak istiyorum. Sizin de bir cefa yoldaşım olduğunuzu kavramak istiyorum.''
''Bilmiyorum, gerçekten anlıyormusunuz? Ben anılarıma yaptığım bir yolculuktan dönüyorum. Kendi kendime yalan söylemekten bıktım. Evet, son 15 yılda iyi kötü bazı ilişkilerim oldu. Sakın yanlış anlamayın beni, bu kadınların hepsi son derece saygın insanlardı. Ama onlarla mutlu olduğum yalandı. Beni ben yapan, benim kimliğimi belirleyen bambaşka bir anı vardı. Ama şu anda sizlerin anıları duymak istiyorum. Sizin de bir cefa yoldaşım olduğunuzu kavramak istiyorum.''
Şimdi yanındaki kızıda gülümsüyor. ''Sizce bir mahsuru yoksa anlatın, beyefendi. Babam, kendisini anlayan birisini bulduğuna çok sevindi. Bana inanmıyor onu anlamaya çalıştığıma, benim daha böyle konuları kavramam için çok genç olduğumu söylüyor. Zaten burada en azından bir saat daha beklememiz gerekli.''
Hiç tanımadığım insanlara onu anlatmak ne kadar tuhaf bir duygu. Ama iyi tanıdığım insanlara hiç anlatmadığımı düşünüyorum. Peki diyorum. Anlatmaya çalışıyorum.
Bir süre sonra adam bana ''peki bu yanlarınızda eşleriniz varken birbirinizi görmeniz son mu oldu? diye soruyor.
Hayır diyorum, sonra tekrar görüştük ama bu son görüşmemizden tam 25 yıl sonra. 25 yıl sonra artık eşlerimiz yoktu ama yetişkin çocuklarımız vardı. Kızı tekrar soruyor ''25 yıl sonra mı? Inanılmaz uzun bir süre, ben henüz 25 yaşında bile değilim. Benim için bir ömür süresi gibi uzun. Nerede, nasıl görüştünüz?''
Aşşağıdan zile basıyoruz. Yanlız değilim. Merdivenleri çıkıyoruz. Yukarıdan bir kapının açıldığını duyuyorum. Adımlarımı hızlandırıyorum. Merdivenlerin son dönemecini alıyorum. Kapıda o duruyor. Belkide yanlız olmadığımız için, iyi bir arkadaşını, yada akrabasını tekrar gören birileri gibi selamlaşıyoruz. Ama saniyenin binde birinde bulaşan bakışlarımız başka bir şeyler anlatmak istiyor. Çay, kahve gibi bir şeyler içiyoruz. Bir süre sonra bir bahane ile gecenin karanlığına bürünmüş sokağa çıkıyoruz. Hiç konuşmadan sahile doğru yürümekteyiz. Sanki anılarımdaki o deniz şimdi bizi çağırıyordu. Sahile vardığımızda, ansızın herşey değişmişti. Yine o gençliğimideki aynı duygu, ellerini tutuyorum, sarılıyoruz. Sitemsiz, sorgusuz bir sarılma bu.
Sonraki yıllarda yine arada bir birbirimizi gördük. Sanki yarım kalmış bir hikayenin devamıydı bu. Bazen çok maceralı şartlar altında görüştük, bazen de çok güzel günler yaşadık. Ama bu 25 yıldan sonraki anılarımızın arasında en azında bir yıl var.
Genç kadın, ''Beyefendi, yanlış anlamadıysam bu anlattığınız 35 senden fazla bir süreyi kapsıyor. Efsane gibi bir şey bu, eğer doğruysa gibisi fazla, bu bir efsane. ''O ve ben sadece ikimizin bildiği bu ilişkiyi, yıllardan yıllara sürdürerek, bazen sadece dakikalar boyu bazende günlerce yaşamaktayız. Eğer ileride hiç bir şekilde sürmeyecek olsa bile, bir şey farketmez. Anılarımız, güncelliğimizden her zaman daha güçlü olacak.
Babasıda '' İnanılacak bir mesele değil ama ben bu adama inanıyorum. Nedenini de söyliyeyim, ben hissediyorum, doğru söylediğini'' sonra kızına dönerek ''ben sana demedim mi bu adam beni anlar diye, gördüğün gibi bazı konulara, yaşının gençliğinden dolayı henüz aklın ermiyor.''
Ben bu sefer adama ''Benim hikayemi duydunuz, şimdi sıra sizde beyefendi'' diyorum. ''Ne demek istediniz az önce?, anlatın bakalım''.
O esnada içeriye iki trafık polisi girdi. İçlerinden biraz daha genç olanı; ''Kısaca dikkatinizi rica edelim, bu autobahndan güneye doğru yola devam etmek isteyenler, derhal yola çıksın. Az önce kar küreyen araçlar buradan geçtiler, yol tekrar kapanmadan lütfen yola devam edin. 40 tan hızlı gitmeyin. Kar küreyen taşıtların sollanması yasaktır, hepinize iyi yolculuklar.''
Cafenin içi birdenbire bir telaş doldu. Adamla, kızıda hemen kalktılar. Hafif sarhoş adam ''Kader diyelim, beyefendi, size kendi hikayemi anlatmak isterdim ama gördüğünüz gibi acele etmemiz lazım. Ama size çok teşekkürler bu efsaneyi bizimle paylaştığınız için. İyi yolculuklar.''
Tokalaştık. Kalktık masadan. Önce ikisi çıktılar cafeden, arkadan ben. Benim arabayı park ettiğim yer biraz daha ilerdeydi. Bende herkes gibi önce arabamın camlarını kardan temizledim. İçine oturup, motoru çalıştırdım. Tam hareket edeceğim anda, bir araba önüme geçip durdu. Genç kadın indi kullandığı arabadan. Yanıma kadar geldiğinde camı indirmiştim.
''Ben size kısaca söyliyeyim, babamın size anlatmak istediğini. Babam, 15 yıl önce ayrıldığı ve o zamandan beri hiç görmediği, konuşmadığı annemi, dün tekrar gördü. Ben, kendi kendime, inşallah karşılaştıklarında, ayrılmalarına sebeb olan eski meselerden dolayı münakaşa etmezler, makul insanlar gibi oturup konuşurlar diye düşünüyordum. Ama hiç ummadığım bir şey oldu. Birbirlerine sarıldılar ve ağladılar. Ayrılırken, hayatlarını tekrar bir araya getireceklerine söz verdiler. Şimdi babamı oturduğu şehre götürüyorum ama büyük bir ihtimal annem bir süre sonra onun yanına taşınacak. Babam muhakak size söylememi istedi. Şehsen ne düşünüyorum biliyormusunuz beyefendi? Hayat mucizelerle, efsanelerle dolu. Tekrar iyi yolculuklar size.''
Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağıyordu, onu son defa gördüğümde.
Sabaha karşı eve vardım...
Cem Üründül'den duygu yüklü satırlar ...
YanıtlaSilsadece çok güzel.35 senelik bu efsaneyi daha öncede okumuştum, biliyorum.:)
YanıtlaSil