19 Mayıs 2012 Cumartesi

Bir avuç Yeşilköy ...

(Cem Üründül)
Benim almanyada oturduğum evin en üst katındaki çalışma odasının duvarları, benim için önem taşıyan insanların, hatıraların resimleri ve belgeleri ile doludur. 

Buradaki resimlerin önemli bir bölümü Yeşilköy ve İstanbul çekilmiş daha doğrusu çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın resimleridir. 

Dikkatle bakıldığında resimlerin arasında resim çerçevesini andıran küçük bir vitrin göze çarpar. İçinde bir kaç midye kabuğu, bir kaç çakıl taşı ve birazda kum vardır. 

Ben bu minik vitrini arada bir açar, içindeki nesnelere parmaklarımla dokunurum. Bunlar, pek ahım şahım görünmeseler bile, hala denize ve yeşilköye kokarlar. 

Şimdi itiraf etmem gerek. Ben bunları yeşilköyün sahilinden tam eski çirozun önündeki kumsaldan toplayıp, bavuluma koyup buraya getirdim. Yani işin doğrusu bir avuç dolusu yeşilköyü çaldım. Bilmiyorum ''aldım'' desem daha mı doğru olur? Buna da pek aklım yatmıyor. Her yeşilköylü veya yeşilköyü seven sahilden bir avuç alıp götürse, sahilin yarısı gider. 

Kendi savunmamı en iyisi şöyle yapayım;

Şu anda yeşilköyde yaşayan dostlarımız yılın her gününde, her saatinde, o kumsalla iç içedirler. Yeşilköyden uzaktakilerin böyle bir imkanı yoktur. Hele benim gibi 2500 kilometre uzaktaysanız, haliniz harap. Bazen aklınıza durup dururken yeşilköy gelir. Her ne denli yaşadığınız kent, ülke size memleket olmuş olmasına rağmen, anlam veremediğiniz bir özlem dolar bazı akşamlar yüreğinize. İşte böyle bir anda gereksinim duyarsınız, bir avuç yeşilköye. Duvardan alıp, masanıza koyar, kapağını açıp dokunursunuz, sihirli mücevherlermiş gibi bu çakıllara, kum tanelerine, midyelere...

Yani özel bir zorunluluk sonucu ''ödünç'' alınmıştır bu nesneler, çalmak anlamında değil. Oğluma vasiyetim var, ölümümden sonra o, bu emenetleri yeşilköy sahiline teslim edecek.

Bir sabah uyandığınızda bakacaksınız, kumsalda tek bir midye kabuğu veya tek bir çakıl taşı eksik değil....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder