10 Mart 2016 Perşembe

Şekerci amca

Hatırlayanlar...?
Akşamüstleri sokaklarımızda duyulurdu sesi; Elmaşeeekeeerciii! 

Zayıf ufak tefek bir adamcağızdı. Elmaşekerciii diye bağırırken sesi giderek daha da incelirdi. Hatırlayanlarınız hayalinde canlandırmıştır şimdi. Kolunda camdan iki bölmeli kabı, bir bölmede kırmızı bordo karışımı bir renkle parlayan elma şekerleri, diğer bölmede ise balık, horoz vs. şekillerde ve de değişik renklerde öbür şekerler.Topu, maç heyecanını, bisikleti, saklambaçı bırakır ve tüm çocuksuluğumuzla akşamüstülerimizin bu eşsiz iştah kıblesine koşardık. Bu şekerler miydi çocukluğumuzu daha da tatlandıran, yoksa o naif çocukluklarımız mıydı şekerlerin tadını daha da taçlandıran hala emin değilim. Bazen tek kalan favori şekerimizi kapabilmek adına ufak tefek hır gür olurdu aramızda, ya da şekerlerin bize sıra gelene dek bitmesinin hüznü çökerdi kalplerimize. 

Şekerci amca ise tertemiz beyaz önlüğünün içinde hep aynı ifadeyle; ortama tam hakim, hem de Eski Yunan'ın şeker tanrısıymışçasına gurur içinde olurdu. Adeta bir ritüel içinde şekerlerimizi yerken, hayat geçici olarak dururdu sanki. Sonra kalınan yerden tam gaz devam edilirdi hangi oyunsa ona. Şimdinin marketler dolusu kimyasal katkılı, sevimsiz ambalajlı, aylarca dayanma süreli zehir saçan şekerine o zamanki şekerlerimizden bir tekini bile değişmez bizim nesiller. Şimdi keşke bir akşamüstü yine o büyülü sesin cazip manyetik alanına savrulabilsek... 

Ne dersiniz, keyifli olmaz mıydı? 

Neyse canım şimdi bırakın şu ilerleyen yaşları,insülin dirençlerini ve tehlike arz eden yorgun dişleri de bir şekerlik bir saltanatımız olsun şu yalan dünyada. Hem şekerler de benden. Sizlere sadece çocukluğunuza tatlı bir yolculuk kalıyor. Eh daha ne olsun. Bu arada en güzel ,en favori ve popüler şekeri de ilk ben kaptım tabii ki. Hakkım olsa gerek, bir çuval harfi yazıya dönüştürdüm ne de olsa. Dondurmacı, mısırcı, macuncu, koz helvacı, tarihi Yeşilköy Fırını'nın ponçik, açma ve elmalısını ise başka zaman anlatayım artık. 

Ama şartım var şekeri ısmarlarsanız. Haydi afiyet olsun....
(Engin Bozdağ)

24 Ocak 2016 Pazar

Nerede kaldınız? (Halim Barışın anıları / 3. Bölüm)

Güzel bir temmuz gününe her zamanki gibi köpegimle gazete almaya gitmekle baslamistim. Flik (artik tanidiginiz Boxer cinsi köpegim) rahat durmaz, her tarafa burnunu sokar, satasacak köpek arardi; eger dönüste hala enerjisini harcamadiysa terasta tenis topuyla oynardik. Gazeteleri alip eve döndükten sonra henüz ortalik sakinken onlari okur ve arkadaslarin uyanip gelmelerini beklerdim ki sabahtan günün planini yapabilelim. Her yilin favorisi olan mesgaleler, oyunlar vardi. 

25 Ekim 2015 Pazar

Yandaki Ev.. (Halim Barışın anıları II. Bölüm)

ÖNSÖZ
„Yesilköy anilarim“in bazilarini toparlayip yazdiktan sonra, bir taraftan yakinlarimin, arkadaslarimin etkisi diger yandan da Cem Üründül’ün mükemmel „Bir Yesilköy Vardi“ si ikinci bölüme baslamama neden oldu. Yazdikca yillar öncesinin simalari aklima geldi, bir ipucu ile biraz da arastirip (internet sagolsun) cogu kisiyi, olayi animsayabildim. Özellikle „Esnaflar“ ve „Balikcilar“ kisimlarinda ne yazik ki cogu kisiyi unutmusum (veya toparlamayi erken kesmisim). Simdi ise birinci bölümdeki basketboldan sonra biraz da voleybol ile ilgili eski, cok eskilere dayanan isimler…. Kodak fotograf makinem… ve: „Yandaki ev“…. Evet, bu kez odak noktasi „yandaki ev“.



Yandaki Ev
Bizim ev Rihtim sokagin sonundaydi, o zamanlar No. 40 idi, ancak kapimiz Rihtim Sok. ile üst araftaki Liman Sok. arasindaki daracik kisacik sokaktaydi; o sokagin da bir ismi olsa gerek (acaba Rüzgar Sok. miydi?); o kadar dardi ki bir araba (at arabasi veya otomobil) anca gecebilirdi.

10 Eylül 2015 Perşembe

Halim Barış'tan Yeşilköy anıları

ÖNSÖZ
„Yesilköy anilari“ dogdugum 1953 ile evlilik nedeniyle Anadalu yakasina gectigim 1977 yillari arasini kapsar. Ilk 4 yil yaz-kis“, daha sonra 1971’e kadar yazlikci ve 1971-1977 arasinda da yine yaz-kis Yesilköylüydüm. 1971’e kadar Balikcilar mah. Rihtim sokakta, sondaki ahsap evdeydik. Daha sonra Reks sinemasinin yakinlarinda ve Ciroz taraflarinda (otobüsün son duragi) oturduk. Anilarimda eksiklik veya yanlislik varsa affedile…


1 Aralık 2013 Pazar

Yeşilköden gizlemli bir kartpostal


Pek çoğumuz bu geçtiğimiz yüzyılın başlarındaki Yeşilköyü gösteren kartpostalın resmini muhakkak görmüşüzdür ama üzerindeki italyanca satırlar hep yabancı kalmıştır. Geçenlerde eski yeşilkölü bir dostumuzun bu kartpostal üzerine küçük ama anlamlı bir çalışması bana ulaştı.

21 Haziran 2013 Cuma

Aram´dan selamlar..

Dün Yesilköy Jimlastik klübünün, 70li yılların başındaki kadrosunun 6 numarası Cem Üründül ile 5 numarası Aram Yeramyan, tam 40 yıl sonra Brüksel buluştular. Eski günleri andılar, 40 yılda neler yaptıklarını anlattılar.
Gayet tabii ki, artık o yılların gençleri değildiler ama yine o dostluk, yine o güven, yine o bizi biz yapan o kardeşlik. Sanki 40 yıl değil de, 40 günmüş gelip geçen.

Muhteşem güzel bir gündü, Brükselde...

24 Mayıs 2012 Perşembe

40 yıl önceye dair ...

(Engin Bozdağ)

1972-73 lerden kulaklarımızdan uzaklaştıkça; gönüllerimize yaklaşmış bazı sesler,bazıları soluklaşmış siyah beyaz resim kareleri, anı bahçelerimizden aşina çiçekler, bildik sesler...

Benim, sizin, bizim, bizlerin hikayeleri...



Zamanı bir anda kırk yıl öncesine taşıyıp ta; bir an için dondurmak istedim... Isterseniz sizde isimlerinizi bağırıp arayın kendinizi o kısa an zarfında;belki de geçmişiniz ya da mazideki gençlikleriniz cevap verecektir.İnsanlar zamanın kıyılarından ilerledikçe ileriye veya zamanı o kıyıların kenarından akıp geçen bir nehir gibi izlediğinde geçmişlerini de gençliklerini de daha fazla özler oluyorlar, bu noktada da o dönemdeki eski dostlarını, arkadaşlarını daha çok arıyorlar... 

Dostlarımızı ,arkadaşlarımızı yani kısacası kendimizi, kendiliklerimizi unutmamamız dileğiyle sevgiler hepinize...
40 yıl sonraki hikayelerimizi de anlatmaya çalışacağım,hazır olun dinlemeye. 


19 Mayıs 2012 Cumartesi

Bir avuç Yeşilköy ...

(Cem Üründül)
Benim almanyada oturduğum evin en üst katındaki çalışma odasının duvarları, benim için önem taşıyan insanların, hatıraların resimleri ve belgeleri ile doludur. 

Buradaki resimlerin önemli bir bölümü Yeşilköy ve İstanbul çekilmiş daha doğrusu çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın resimleridir. 

Dikkatle bakıldığında resimlerin arasında resim çerçevesini andıran küçük bir vitrin göze çarpar. İçinde bir kaç midye kabuğu, bir kaç çakıl taşı ve birazda kum vardır. 

Ben bu minik vitrini arada bir açar, içindeki nesnelere parmaklarımla dokunurum. Bunlar, pek ahım şahım görünmeseler bile, hala denize ve yeşilköye kokarlar. 

Şimdi itiraf etmem gerek. Ben bunları yeşilköyün sahilinden tam eski çirozun önündeki kumsaldan toplayıp, bavuluma koyup buraya getirdim. Yani işin doğrusu bir avuç dolusu yeşilköyü çaldım. Bilmiyorum ''aldım'' desem daha mı doğru olur? Buna da pek aklım yatmıyor. Her yeşilköylü veya yeşilköyü seven sahilden bir avuç alıp götürse, sahilin yarısı gider. 

Kendi savunmamı en iyisi şöyle yapayım;

Şu anda yeşilköyde yaşayan dostlarımız yılın her gününde, her saatinde, o kumsalla iç içedirler. Yeşilköyden uzaktakilerin böyle bir imkanı yoktur. Hele benim gibi 2500 kilometre uzaktaysanız, haliniz harap. Bazen aklınıza durup dururken yeşilköy gelir. Her ne denli yaşadığınız kent, ülke size memleket olmuş olmasına rağmen, anlam veremediğiniz bir özlem dolar bazı akşamlar yüreğinize. İşte böyle bir anda gereksinim duyarsınız, bir avuç yeşilköye. Duvardan alıp, masanıza koyar, kapağını açıp dokunursunuz, sihirli mücevherlermiş gibi bu çakıllara, kum tanelerine, midyelere...

Yani özel bir zorunluluk sonucu ''ödünç'' alınmıştır bu nesneler, çalmak anlamında değil. Oğluma vasiyetim var, ölümümden sonra o, bu emenetleri yeşilköy sahiline teslim edecek.

Bir sabah uyandığınızda bakacaksınız, kumsalda tek bir midye kabuğu veya tek bir çakıl taşı eksik değil....